Bazı hukukçuların “PKK terör örgütü değildir” açıklaması yapması ülke gündemine oturmakla kalmadı, eminim benim gibi birçok hukukçuyu da üzdü. Öte yandan bu ifade üzerine çeşitli kesimlerden gelen tepkiler de şaşırtıcıydı. Herkes birer ifade özgürlüğü havarisi kesilivermişti. Bir yandan şehitlere koro halinde ağlayıp, bir yandan da bu ifadelere evrensel hukuk giydirmek ne yaman çelişki! Benim fikrim şu: “PKK amacına ulaşmak için şiddet kullanan bölücü bir suç örgütüdür”. Ama aksini iddia eden ifade suç mudur? İfade hürriyetinin sınırlarını aşıyor mu, aşmıyor mu? Bu yazıda bunun cevabını net bir şekilde vereceğim.
Türk Ceza Kanunu’na göre değerlendirme
“PKK terör örgütü değildir, PKK’nin bir siyasi programı var bunu harekete geçirmek istiyor” ifadesi “Bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı ve benzeri yollarla gerçekleştirilen çalışma” yani bir propagandadır. Fakat, “Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde TCK m. 220 ile tanımlanan suçun oluşması için, yapılan propagandada cebir, şiddet ve tehdidin meşru gösterilmesi, övülmesi, teşvik edilmesi unsurlarının bulunması gerekmektedir. Bu nedenle anılan ifade TCK m. 220 anlamında suç değildir.
“İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde TCK m. 215 te tanımlanan suçun oluşması için, övgünün kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlike oluşturması gerektirir. Bu bakımdan da anılan ifade TCK m. 215 anlamında da suç oluşturmaz.
AİHM kararları ışığında değerlendirme
İlgili Kanun maddelerinde vurgulanan ifadeler Nisan 2013’te dördüncü yargı paketi ile yapılan değişiklikler kapsamında TCK’ya girmiştir. Çözüm süreci adı altında verilen tavizlerden biri de TCK’ya eklenen bu maddelerdir. Bu eklemeler olmasa idi “PKK terör örgütü değildir, PKK’nin bir siyasi programı var bunu harekete geçirmek istiyor” ifadeleri suç oluşturacak; dahası bu ifadelerin “ifade hürriyeti” kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayacaktı. Zira düşünce açıklamalarının, Anayasa m. 26’da “Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün”; AİHS m. 10’da “toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, …” amacıyla sınırlanabileceği ve yaptırıma bağlanabileceği düzenlenmiştir. Bu sınırlamanın ancak kanunla düzenlenmesi gerektiği ve Türk kanunlarında 2013’te yapılan değişiklikle sınırlama için cebir, şiddet, tehdit, açık ve yakın tehlike gibi[1] unsurların gerekliliği karşısında anılan ifadelerin yaptırıma bağlanamayacağı hukuki sonucuna varılması zorunludur.
Oysa AİHM, PKK propagandası niteliğinde ifade açıklamalarını AİHS m. 10, ifade hürriyeti kapsamında korumamakta, kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlüğün, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, toprak bütünlüğünün korunması için yasayla öngörülen sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabileceğini öngörmekte ve bu yönde kararlar vermekteydi[2]. 2013 yılında yapılan TCK değişikliklerinin ardından AİHM’in bu minvalde kararlarını sürdürmesi düşünülemez; zira ifade açıklamaları ancak yasayla yaptırıma bağlanabilir ve artık Türkiye’de yaptırım için ifade açıklamalarının cebir, şiddet, tehdit, açık ve yakın tehlike gibi unsurlar içermesi gerekmektedir.
Sonuç itibariyle hukuk alanında birçok konuda geriye gidilirken, ifade hürriyeti alanında, toplumun duygularını kanatacak ölçüde ileri gidilmiş olması dikkat çekicidir. Çoğu alanda AİHM ölçütlerine ulaşma sorunu yaşarken, terör örgütü propagandasına katlanmak zorunda kalmak acı vericidir.
[1] Bu minvalde Ogün Samast’ı, Cem Garipoğlu’nu övmek; Münevver Karabulut, Hrant Dink gibi cinayetleri övmek de “açık ve yakın bir tehlike” sayılamayacağından hukuka uygundur.
[2] SÜREK – TÜRKİYE DAVASI (Başvuru No. 26682/95); MEHDİ ZANA – TÜRKİYE DAVASI (Başvuru No. 26982/95) Başvurucu, Diyarbakır Askeri Cezaevinde mahkum olarak bulunurken Ağustos 1987’de gazetecilerle yaptığı bir röportajda, aşağıdaki görüşleri açıklamıştır: “… PKK’nin ulusal kurtuluş hareketini destekliyorum. Katliamlardan yana değiliz, yanlış şeyler her yerde olur. Kadın ve çocuktan yanlışlıkla öldürüyorlar….” Bu açıklama ulusal günlük gazete Cumhuriyet’te 30 Ağustos 1987’de yayınlanmıştır.
İlginizi çekebilir:
Facebook yorumları
Powered by Facebook Comments