Hukuk fakültesi öğrencilerinin ve hukukçuların kendi uzmanlık alanları olarak görmelerine rağmen üzerinde pek de çalışma ve düşünmeye fırsatı bulamadıkları alanlardan birisi de suç bilimi (kriminoloji) ve suçlu psikolojisidir. Yeni yeni bazı hukuk fakültelerinin dersleri arasında seçimlik ders olarak dikkat çekse de kriminoloji gibi bir hukuk biliminin hukukçular tarafından pek de bilinmediği konusundaki gözlemim devam ediyor. Toplumu ve suçluyu anlama yolunda hukukçulara derin düşünme alanları açabilecek bu bilim, ülkemizde polis akademilerine ve polislik mesleğine teslim edilmiş durumdadır.
Kriminolojiyi ve suçlu psikolojisini bilmeyi, insanları akıl hayal almayan suçları işlemeye sevk eden koşulları değerlendirebilmeyi bir çok hukukçu isteyecektir. Tüğler ürpertici polisiye dizilerin her bölümde ekranlara gelen yeni maceralarla, ayrıca düşük kalitede yayın yapan haber kanallarının bültenlerindeki seçme dram ve suç hikayeleriyle, çocukların oynadıkları adam öldürmenin oyun olduğu bilgisayar oyunlarıyla, tek tek kişilerin “suç işlemekten korkmamak” hakkında eğitildiği konusunda neredeyse hepimizin gözlemleri vardır. Aslında neye yol açabileceklerinin gayet farkında olan program yapımcıları, sunucuya: “adli bilimler suçluların yakalanması için her an enselerinde olacaktır” dedirtmek suretiyle, yasak savarak sonuçta suçluların yakalandığını ima ederler. Ancak suçlunun yakalanmasını zorlaştıran bütün süreci ayrıntılı bir biçimde ifşa etmekten de geri durmaz, övündükleri adli bilimin incelikleri hakkında, mustakbel suçluları bir güzel eğitmiş olurlar.
Ünlü suç bilimcilere göre; insanlar bir suçla ilk defa karşılaştıklarında bu durumdan tiksinirler. Ama eğer suçla ilişkileri devam ederse, ona alışır ve tahammül edebilmeye başlarlar. Eğer yeterince uzun süre suçla ilişkileri devam ederse, nihayet onu benimser ve etkisi altına girerler (*). Buradan, insanların bilinç altlarına tekrar tekrar gönderdikleri düşünce dalga ve kalıplarının bilinç altı tarafından en sonunda kabul görmeye başladığını, bilinçaltının da bu düşünceleri mümkün olan en pratik şekilde hayata geçmesi için gerekli davranış kalıplarını geliştirmeye başladığını anlayabiliriz. Bilinçaltında kabul görmüş duygu ve düşünceler, somutlaşmaları için en ciddi adım atılmış bir şekilde, gerçekleşmek için en uygun fırsat ve koşuları kollamaya başlarlar. İşte bu durumda potansiyel bir suçlu ile karşı karşıyayız demektir.
Suç oranlarının çok yüksek olduğu ülke ve toplumlarda suç ve suçluluk, yukarıda anlatıldığı gibi zamanla benimsenen bir olguya dönüşerek durum “toplumsal kader” olarak kabul edilmektedir. Bireylerde olduğu kadar toplumda da suçun ve suçlunun hayatın bir parçası olarak kabul görmesi yönünde eğilim gelişebilmektedir.
Burada yazdıklarımızdan sonra bazı ülkelerde neden görsel medyada suç ve suçlulara ilişkin görüntülere sınırlama getirildiği, Amerikalıların neden Hallmark gibi sıkıcı ve hareketsiz denebilecek televizyon kanallarını seyrettirerek çocuk yetiştirmeye çalıştıklarını anlayabiliyoruz. Suç belgesellerinin suçluları en çok etkileyenler olduğu ve hatta delil saklamayı öğreten programlara dönüştüklerini kabul ederek, zehirli madde adlarından, patlayıcı ve yanıcı karışımlardan bahsedilmesinin yasaklanmasına, bazı delil saklama yöntemlerinin yayınlanmamasına ilişkin devlet düzenlemeleri de anlatılan nedenlerle getirilmiş olmalı. Ancak ülkemizde bazı kablo ve digital platform yayınlarında bahsettiğin tehlikelere yol açacak yayınlar yapan kanallara rastlamak mümkün. “İnsanların hayal edemeyecekleri şeyleri yapamayacakları gerçeği” karşısında, görsel ve yazılı medyanın toplumun suça eğilimi konusunda ne kadar derin etkilerinin olabileceğini anlamak mümkündür.
Her gün vahşice işlenmiş cinayetlere, kavgaya, soyguna ilişkin haberlerin olağan gelişmeler olarak aktarıldığı programlar, bizlerin sağlığını kötü yönde etkiliyor. Toplumun küçük bir kesiminin işledikleri suçları süzerek, reyting uğruna karşımıza getiren medya, bu tür yayından beklediği kazanç uğruna, toplumun akıl sağlığını ve suça karşı gelişen “tiksinme hissini” bozmaktadır. Üstelik “suç yayıncılığı” medyası, kendisine bağımlı bir kitle de oluşturmaktadırlar. Bu bağımlılar, bazı kaliteli haber kanallarının haber yayınlarını boş, sıkıcı, “dünyadan habersiz” habercilik olarak niteleyebilmektedirler.
Bu durumdan şikayetçi olan bazı hukukçular, toplumu değiştirmeye güçleri yetmese de en azından kendileri için “haber seyretmeyerek huzur bulmak” yolunu benimseyebilmektedirler. Böylece daha dingin ve huzurlu bir hayata kavuştuklarını, işlerine daha iyi odaklanabildiklerini, evlerine ve kendilerine daha çok zaman ayırma fırsatı bulduklarını itiraf ediyorlar.
Ahlak suçu engeller mi?
Bertrand Russel‘a göre, insanların içinde her zaman saldırgan dürtüler bulunur. Bu dürtülerin ortaya çıkmasını ve suça dönüşmesini ahlak görünümü ardına gizlenmiş korkaklık engeller. Benim anladığım kadarıyla bu kabule göre insanlar bir suçu işlemek konusunda gerekçeye sahip ve onu işlemenin korkusundan arınabilmişse artık ahlak ardına sığınmasına gerek olmadan ve o zamana karada ahlaklı olarak yaşamış olmasının da bir önemi olmadan suç işleyebilirler. Peki onları suçun işlenebilir olduğuna, korkmamaya ikna eden nedir? Kafalarının bu ihtimale uzak olmaması ve artık tiksinmiyor olmaları!
Peki bir suçu meşru kılmak için kaç kişi olmak lazım?
10, 100, 1.000 ya da 10.000 kişi olmak yeterli mi? Adin Balou‘ya göre, bir insan cinayet işlediğinde suçlu ve cani sayılır. Bu durum 100 ve 1.000 kişi tarafından işlendiğinde de aynıdır. Ama bir devlet ya da ulusun dilediği kadar cinayet işlemesi mümkündür. Kimse bunu cinayet saymaz. Hatta övgüyte değer ve masum bir hareket olarak bile algılanabilir… Bir kişi çalamaz, eşkiyalık yapamaz ama bütün bir ulus yapabilir…
(*) Think and grow rich – 1988 Napoleon Hill
İlginizi çekebilir:
Facebook yorumları
Powered by Facebook Comments