Mesleklerin toplum içinde kabul görmesi ona duyulan ihtiyacın ötesinde bir konudur. İster reform ihtiyacı ve yasal gerekliliklerden kaynaklansın, isterse mevcut yapının standart hale getirilmesi amacıyla ortaya çıksın toplumda yeni bir mesleğin kabul görmesi ve sunduğu hizmetlerden tam manasıyla yararlanılması nesillerle ölçülecek zaman alabilir. Bireylerin ihtiyaçlarına uygun profesyonel hizmetlere yönelmesi ve yardım alması buna dair kültürel gelişim ile ilgili bir konudur. Konu arabuluculuğa geldiğinde bir toplumun bireylerinin uyuşmazlıkları ile ilgili olarak hukuki hizmet alma eğilimi, içinde bulunduğu uyuşmazlığın çözümünde yardım almak üzere arabulucuya başvurma yönelimini de belirleyecektir[1].
İhtiyaç farkındalığı
Arabulucunun yardımından yararlanmanın ilk koşulu bir arabulucuya ihtiyaç hissetmektir. Tarafların kendilerini uyuşmazlığı en iyi bilen ve dolayısıyla en iyi çözümü üretebilecek kişiler olarak görmeleri doğaldır. Ancak uyuşmazlığın neden olduğu çekişme tarafların sinirlerini zorlayabilir ve sabırlarını tüketebilir. Bu yan etkiler zaman içinde büyüyerek tarafların sağlıklı düşünmesine ve kendileri için “kaliteli çözümler” bulmalarına engel olabilir. Üstelik taraflar bu aşamada uyuşmazlığı sağlıklı bir şekilde yönetme yeteneğini kaybettiklerini kabul etmeyebilir veya görmezden gelebilirler.
Toplumda profesyonel hizmetlere yönelim ve yardım alma konusunda kültürel bir eğilim yoksa bu doğrudan uyuşmazlık taraflarının davranışlarına yansır ve Türk toplumunda olduğu gibi son çare olarak ve dava açmak için avukata başvuran bir taraf profili ortaya çıkar. Taraflarda uyuşmazlığın iletişim ve müzakere ile çözülmesine dair umutların tükenmesi dava seçeneğini gündeme getirir. Dava gibi bir yola başvururken hata yapmamak ve daha fazla zarara uğramamak için avukata başvurma zorunluluğu hissedilir. Ancak bu sırada tarafların kendi başlarına sürdüremedikleri iletişim ve müzakere için yardım alabilecekleri “arabuluculuk hizmeti” atlanmıştır bile. Hatıra gelse bile arabulucunun taraflara nezaret etmek dışında tarafların içinde bulunduğu duruma nasıl katkı sağlayacağına dair belirsizlik aşılması gereken ikinci büyük engeldir. Bu engellerin aşılması arabuluculuk diye bir mesleğin varlığı ile birlikte arabulucunun “ne yaparak” taraflara yardım edebileceği konusunda geniş ölçekte bilgilendirmeyi gerektirir. Arabuluculuk eğitimine başlayan en az beş yıllık mesleki deneyime sahip katılımcıların bile “hocam iyi hoş da bu arabulucu bizim yaptığımızdan farklı ne yapacak?” sorusunu sordukları dikkate alındığında, konuya ilgi duyan bireylerin arabulucunun taraflara nasıl yardımcı olduğuna dair bilgi sahibi olması beklenemez. Bu nedenle gelecekteki bilgilendirme çalışmalarının ve özellikle kamu spotlarının arabulucunun uyguladığı yöntemlerden ve sonuçlarından kesitler içermesi bu engeli aşmada faydalı olacaktır. Böylece arabuluculuk mesleğiyle tanışan toplum, arabulucunun ne yaparak insanlara yardımcı olabileceğini de idrak ederek sunduğu hizmetten yararlanmayı cazip bulabilir.
Alışkanlıklar
Bireylerin alışkanlıklarını değiştirmek zordur. İnsanlar doğru olmadığını bilseler bile alışkanlıklarını terk etmede isteksiz olabilirler. Buna zararlı olduğunu bile bile sigara içmek, dişin çürüdüğünü ve ileride ciddi sorunlara yol açacağını bile bile diş hekimine gitmemek, uzun zaman alacağını, zahmetli ve masraflı olacağını bile bile dava açmak örnek gösterilebilir. Sonuncusu doktrinde “dava alışkanlığı” (litigiousness) olarak ifade edilmektedir. Sosyal yaşantıda şehir hayatına geçiş hızlandıkça ve bunun doğal bir sonucu olarak bireyciliğin etkileri arttıkça insanlar, uyuşmazlıkları iletişim kurmak ve müzakere etmek yerine, iletişimi kesmek ve müzakereden kaçınmak suretiyle sorunu bu işle uğraşması gereken merci olan mahkemeye terk etmeyi modern bir davranış olarak değerlendirebilirler[2]. Bu bizde olduğu gibi öylesine abartılı bir hal alabilir ki dünyanın en büyük ülkesi olmamamıza rağmen dünyanın en büyük adliyelerine sahip olmak bile dava alışkanlığımıza çare olmaz. Bu bir ölçüde toplumların birlikte yaşamayı nasıl değerlendirdikleriyle, kaliteli yaşam arayışıyla en önemlisi de tarım toplumunda şehir yaşamına geçişin kişiler arası güveni yerle bir etmesi ile ilgili bir konudur. Bir ölçüde de liderlerinin topluma ne şekilde yol gösterdiği, etkilediğiyle ilgilidir. Örneğin arabulucuğun en eski geçmişe sahip olduğu ülkelerden birisi olan ABD’nin ilk başkanlardan birisi olan Abraham Lincoln’ün 1850 yılında hukuk fakültesi öğrencilerine yaptığı bir konuşmada geçen şu ifade neredeyse bütün Amerikan hukukçuları tarafından bilinir:
Davadan vazgeçin, komşularınızı mümkün olduğunca uzlaşmaya ikna edin. Görünüşte kazananların, çoğu zaman ücretler, masraflar ve zaman kaybı nedeniyle nasıl gerçek kaybedenler olduğuna dikkat çekin.[3]
Ekonomik öncelikler
Bir ülkedeki refah düzeyi profesyonel hizmetlere erişimi doğrudan doğruya etkilemektedir. Geliri ile barınma, beslenme, ulaşım, eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan bireylerin, profesyonel hizmetlere başvurmada çekingen davranması doğaldır. Genel tablodan hukuki hizmet sektörü de doğrudan etkilenmektedir. Adalete erişimi kolaylaştıran adli yardım gibi olanaklar ise artan bireycilik ile birlikte alternatif çözümler aramaya engel olabilir. Diğer yandan artan refah insanlardaki kaliteli yaşam beklentisini de artırır. Temel ihtiyaçlarını karşılayıp karşılayamama gibi bir gelgitten kurtulan bireyler sorunları daha hızlı, kaliteli ve az yıpranarak aşmak isterler. Bu daha iyi bir hastanede daha iyi şartlarda ve hızlı tedavi olmak gibi bir beklentiden farkı olmayan bir durumdur. Dolayısıyla refah düzeyinin artması ve insanların temel ihtiyaçları dışında harcayacak paralarının olması hukuki hizmet sektörü ve dolayısıyla arabuluculuğa yönelimi artıracaktır.
Güven
Bir hizmetten yararlanıp yararlanmamaya karar vermede en başta gelen belirleyicilerden birisi de güvendir. Arabuluculuk gibi icrasında güvenin esas olduğu bir meslekten yardım alacakların bu güveni yaşayarak hissetmeleri gerekir. Tecrübeye dayalı güven genellikle etrafta dolaşan ve memnun bireylerce anlatılan hikâyelerle oluşacaktır. Bu nedenle bir yandan kendini geliştirmek için çaba gösteren, bir yandan da yeni mesleği ile kazanç elde etmeyi planlayan ilk arabulucuların sorumluluğu toplumsal güvenin tesisi bakımından olması gerekenden yüksektir. Türk arabulucuları mesleğe güveni kendi elleriyle tesis edecektir. Mesleklerini uygun mekânda, arabulucunun taşıması gereken tüm kişilik özellikleri ve etik değerleri sergileyerek ve arabuluculuğu bir sistem olarak koruyup kollayarak geliştirecekleri güven, toplumun arabulucuların uzun vadedeki ekonomik beklentilerine olumlu cevap vermesini sağlayacaktır. Ancak bu yükü tamamıyla arabuluculara yüklemek doğru olmaz. Ülkedeki hukuk düzenine olan güven, arabuluculara olan güvenin oluşumunda belirleyici olacaktır. Hukuka güven arabuluculuğa güveni de beraberinde getirecektir.
Kaynakça:
[1] Moore, Christopher W.: Abuluculuk Süreci s. 35, Ankara 2016.
[2] Özbek, Mustafa Serdar: Alternatif Uyuşmazlık Çözümü, 3. Baskı, Ankara 2013, s. 125-132.
[3] Lincoln, Abraham: “Notes for a Law Lecture” 01.07.1850.
İlginizi çekebilir:
Facebook yorumları
Powered by Facebook Comments