Hızlı gelişen ticari ihtiyaçlar nedeniyle alelacele başvurulan ticari krediler, bu kredilere kefil olan kişileri hiç ummadıkları bir anda büyük mali yükler altına sokabilmektedir. Şirket ortakları özellikle TBK’nın yürürlüğe girmesinden önce çekilen kredilerde attıkları şirketi temsilen attıkları onlarca imza yanında şirkete şahsen kefil olduklarına dair imzayı da farkında olarak ya da olmayarak ya da o an önemini kavramayarak atabilmektedirler. Ancak özellikle ticari kredilere şahsen kefil olan kişilerin ticari işletme ortaklığından payını devrederek çıkması halinde unutulan kefaletler aynı kredi hesabından çekilen ve ödenmeyen krediler nedeniyle eski ortakları zor duruma sokabilmektedir.
Her ne kadar TBK’nın yürürlüğe girmesinden önce imzalanan sözleşmelerde şu an kanun gereği aranan şekil şartları aranmasa da o günün şekli koşullarına uygun olarak kurulan genel kredi sözleşmeleri ve bu sözleşmeler çerçevesinden verilmiş olan kefaletler geçerli kabul edilmektedir. Hal böyle olunca TBK’nunun kefalete ilişkin şekil şartlarını taşımayan genel kredi sözleşmelerine göre verilerek unutulmuş kefaletler imza sahiplerini zor durumda bırakmaktadır. Yargıtay bir kararında şu ifadelerle konuya açıklık getirmiştir:
Dava, banka genel kredi sözleşmesi kapsamında ödenmeyen borcun kredi sözleşmesinin kefilinden tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece yukarıda yazılı gerekçeler ile davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, dosya kapsamına sunulmuş bulunan borçlu şirket hesap ekstrelerinin incelenmesinde hesap açılış tarihlerinin 19.10.2007, 29.12.2006 ve 19.10.2006 olduğu ve bu tarihlerde 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun kefalet sözleşmesine ilişkin hükümlerinin yürürlükte bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, taraflar arasındaki kredi sözleşmeleri ve ilgili tüm belgeler getirtilmek ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun kefalet sözleşmesine ilişkin hükümleri değerlendirilmek suretiyle hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, hükmün davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir (11. HD. 07.01.2014, 2013/9767, 2014/148)
Yargıtay diğer bir kararında konu hakkında hayati etkiye sahip 6101 Sayılı T.B.K.nın Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun hükümleri bakımından da konuya açıklık getirmiş ve bahse konu Kanunu’un 1. maddesine göre “Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.” hükmünün uygulanacağını hatırlatmıştır:
İlamsız icra takibine konu genel kredi sözleşmesi 28.8.2009 tarihlidir. Sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 818 Sayılı B.K.nın 484. maddesine uygun olarak kefalet tesis edilmiştir. 6098 Sayılı T.B.K.1.7.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. T.B.K.nın 584. maddesine göre eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça ancak diğer eşin yazılı rızasıyla kefil olabilir. 6101 Sayılı T.B.K.nın Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 1. maddesine göre T.B.K.nın yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Kefalet sözleşmesi 818 Sayılı B.K.yürürlükte iken yasaya uygun olarak kurulduğundan 6098 Sayılı T.B.K.nın 584. maddesindeki düzenlemeden dolayı geçersiz kabul edilemez. 6101 Sayılı T.B.K.nın Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 7. maddesinde 6098 Sayılı T.B.K.nın derdest davalara uygulanmasıyla ilgili düzenleme yapılmışsa da bu hüküm 818 Sayılı B.K.ya uygun olarak kurulan kefaletin kamu düzenine aykırı olduğu sonucunu doğurmayacağından somut olayda uygulama yeri bulunmamaktadır. Mahkemece bu yönler gözetilerek işin esasına girilip bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir. (19. HD. 10.06.2013, 2013/7678, 2013/10719)
Dolayısıyla başta da belirttiğimiz gibi geçerli sayılan eski sözleşmelerin uygulanması ve bu sözleşmeler gereğince kredi çekilmeye devam edilmesi neticesinde TBK hükümlerinden bağışık sözleşmeler varlıklarına devam edegelmiştir. Her ne kadar bu durum borçlar hukukuna hakim olan güven ilkesinin bir gereği olsa da bazı durumlarda hakkaniyete uygun olmayan durumlar ortaya çıkabilmektedir. Örneğin 2008 yılında imzalanan bir genel kredi sözleşmesi ile kredi kullanılmış ve 2010 yılında borç ödenmiş olsun. Aynı sözleşmeye göre 2013 yılında kredi çekildiğinde bu durumdan haberdar olmayan ve borcun bittiğini düşünen kefiller 818 sayılı BK hükümlerine göre borç altına girebilmektedirler.
Özellikle ortaklıktan çıkma hallerinde hisse devri ile şirket aktif ve pasifinin devredilerek şirketle ilişiğin kesildiği düşünülse de imzalanan ve geçerliliğini koruyan genel kredi sözleşmelerine göre çekilen kredilerden kaynaklanan şahsi kefaletler kişileri yük altına sokmaktadır. Bu nedenle devir işlemlerinin bir avukat eşliğinde yapılması, bankalarla olan çalışmaların incelenerek açık bulunan genel kredi sözleşmesi hesaplarının kapatılması en önemlisi ise gelecekte ortaya çıkabilecek sorumlulukları ortadan kaldırmak amacıyla genel kredi sözleşmelerine kefil sıfatıyla atılan imzaları geçersiz kılacak yasal girişimlerde bulunulması gerekmektedir.
Son arama kelimeleri:
- https://www samildemir av tr/2015/06/genel-kredi-sozlesmelerine-verilmis-ve-unutulmus-kefaletler/
İlginizi çekebilir:
Facebook yorumları
Powered by Facebook Comments