1 Ocak 1957 tarihinden itibaren yürürlükte bulunan 29 Haziran 1956 T. ve 6762 sayılı TTK.’nun değiştirilmesinin uygun görülmüş olması nedeniyle hazırlanan TTK. Tasarısı’nın Sigorta Hukuku baslıklı Altıncı Kitabı’nda yer alan, bütün sigorta sözleşmelerini kapsayan sigorta sözleşmesi ve sigorta sözleşmesinin hükümlerine ilişkin maddeler ile getirilen düzenlemeler ve bunlara ilişkin değerlendirmeler incelememizin konusunu oluşturmaktadır.
GİRİŞ
Meclis genel kuruluna sevk edilen Türk Ticaret Kanunu tasarısında Hükümetin teklif ettiği metin ve Adalet Komisyonunun teklif ettiği metin olmak üzere ikili bir ayrıma gidilmiş ve her iki metin de genel kurulun takdirine sunulmuştur. İncelememizde sigorta sözleşmesine hakim olan ve tüm sigorta türleri için geçerli torba hüküm niteliği taşıyan, 1401 ila 1420 nci maddeleri, Hükümet, Adalet Komisyonu ve mer’i TTK. Hükümleri birlikte değerlendirilerek incelenecek, başlıca farklar ve yenilikler üzerinde durulacaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM
TEMEL KAVRAMLAR
1.TANIMI, ÖZELLİKLERİ, TABİ OLDUĞU HÜKÜMLER VE UNSURLARI
a) Tanımı ve Özellikleri
Sigorta sözleşmesi T.T.K. Tasarısının 1401. maddesinde tanım bulmaktadır. Yukarıda bahsedildiği gibi hükümet ve komisyon metinlerinde sigorta sözleşmesinin tanımlanmasında farklı cümle kuruluş tarzı kabul edilmekle birlikte kabul edilen anlam ve sistem tamamen paraleldir. Hükümet tasarısı metni eski kanun yazma tekniği gereği “sigorta öyle bir sözleşmedir ki” şeklinde başlarken, komisyon tanımı günümüz Türkçesine daha uygun ve akıcı bir cümle düzeniyle kaleme alınmıştır. Bu denenle 1401. madde açısından anlamlarında içerik olarak fark olmayan bu iki metinden Adalet Komisyonu tarafından teklif edilen metin incelememize konu olacaktır. Bu tanımdan 6762 sayılı TTK’nundaki tanımın günümüz Türkçesine uyarlanmasının yapıldığı anlaşılmaktadır.
Buna göre “sigorta sözleşmesi, sigortacının bir prim karşılığında, kişinin para ile ölçülebilir bir menfaatini zarara uğratan tehlikenin, rizikonun, meydana gelmesi hâlinde bunu tazmin etmeyi ya da bir veya birkaç kişinin hayat süreleri sebebiyle ya da hayatlarında gerçekleşen bazı olaylar dolayısıyla bir para ödemeyi veya diğer edimlerde bulunmayı yükümlendiği sözleşmedir”.
Sigorta sözleşmeleri birçok alanda etkili sözleşmeler olduklarından kanunlarda tarif edilmesinin doğru olmadığını savunan görüşler vardır[2]. Ancak tanımı başarılı bulan görüşler de mevcuttur[3]. Mer’i TTK ve tasarıda sigorta sözleşmesini tanımı yapılırken akit ve sözleşme terimlerinin kullanılması isabetlidir. Böylece sigorta sözleşmesinin iki taraflı sözleşmeler olduğuna vurgu yapılmış olur. Bu haliyle sigorta sözleşmesi taraflar arasında devamlı bir borç ilişkisi yaratmaktadır. Sigorta sözleşmesi süresince riziko ile prim arasında denge kurulması prensibi de devamlı borç ilişkisi doğuran bir sözleşmesi olduğunu teyit etmektedir[4].
Fransız doktrinin tesiri ile, sigortacının edimini rizikonun gerçekleşmesine bağlı olduğunu kabul eden görüşler geçerliliğini yitirmiştir. Çünkü sigortacı için riskin gerçekleşip gerçekleşmemesi değil ne oranda gerçekleştiği önemlidir. Bunun bir sonucu olarak sigortacı sadece rizikonun gerçekleşmesi halinde para ödeme borcuna değil, aynı zamanda rizikoyu taşıma yükümlülüğünü de üzerine almaktadır[5]. Sigorta sözleşmesi 18-19. yüzyıllarda kabul edilenin aksine şansa bağlı bir akit değildir ve sigortacının sorumluluğu rizikonun gerçekleşmesiyle değil, sözleşmeni yapılmasıyla birlikte başlar[6]. Bozer’ e göre; “sigorta sözleşmesiyle birlikte sigortacının sigorta tazminatını ödeme borcu doğmuştur ancak borcun ödenmesi kanunu şartın (rizikonun) gerçekleşmesine bağlanmıştır”. Kender, bu görüşe Borçlar Hukukuna göre doğmuş bir borcun şarta bağlanamayacağı gerekçesiyle karşı çıkmakta, sigorta sözleşmesinin şarta bağlı bir borç doğurmadığı görüşünü benimsemektedir[7].
Bir kimsenin sigorta sözleşmesi yapma mecburiyetinin olması sigortanın sözleşme olma özelliğini ortadan kaldırmaz[8]. Çünkü zorunlu da olsa sigorta ettiren, iradilik ilkesi gereğince aynı kolda faaliyet gösteren birçok sigortacıdan dilediğiyle sigorta sözleşmesi yapabilecektir.
Tanım yapma tercihinin bir sonucu olarak gerek mer’i TTK da gerekse TTK tasarısında yapılan sigorta sözleşmesi tanımı, pasif sigortaları yönünden eksiktir. Parayla ölçülebilen menfaat kavramı, ileride ortaya çıkacak bir pasifi kapsamayacaktır[9].
b) Tabi Olduğu Hükümler
6762 sayılı TTK ‘nun 1264 üncü maddesi uyarınca sigorta sözleşmeleri hakkında TTK ‘nun 5 inci kitabının hükümleri uygulanacaktır. Hüküm bulunmadığı hallerde ise Borçları Kanunu hükümleri uygulanacaktır. Tasarının 1451 inci madde de; “bu kanunda hüküm olmayan hallerde sigorta sözleşmelerine Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır” şeklindeki düzenlemeyle aynı anlayış sürdürülmüştür.
6762 sayılı TTK ‘nunun 1264 üncü maddesinde emredici hükümlerin listesinin yapılması yoluna gidilmiştir. Ancak TTK tasarısında emredici hükümlerin sayısının azaltılması amacıyla hareket eden kanun komisyonu böyle bir listeleme yolunu tercih etmemiş, 1264 üncü maddenin emrediciliğini sigorta kitabındaki üç bölüme ayrı ayrı yayılması söz konusu olmuştur.
c) Sigorta Sözleşmeleri nin Özelliklerinin Sözleşme Hukuk Açısından Değerlendirmesi
Sigorta sözleşmeleri;
- Rızai sözleşmelerdir.
- Karşılıklı taahhütleri içeren iki taraflı bir sözleşmedir.
- Taraflar arasında sürekli nitelikli bir borç ilişkisi kurarlar.
- Geçerliliğini sürdürmesi, tarafların azami iyi niyetini gerektirir.
- Sözleşmenin yapılmasından irade serbestîsi ilkesi geçerlidir.
- Baht ve tesadüfe bağlı sözleşmelerdendir.
- Taliki şarta bağlı akitlerden değildir[10].
Sigorta Sözleşmesinin karşılıklı taahhütleri içermesi (BK 81, 82, 106), bir sözleşmeyi yapıp yapmama, dilediği özellikte yapma ve dilediği kişiyle yapma gibi irade serbestîsine tabi olması, baht ve tesadüfe bağlı olması (BK. 504-506) Borçlar Kanunu’nun sözleşme hukukuna dair hükümlerine tabi olması sonucunu doğurmaktadır.
Sözleşme serbestisi genel olarak bir sözleşmeyi yapıp yapmama, istenilen tip ve içerikte yapma, karşı tarafı seçme kurulmuş bir sözleşmeyi ortadan kaldırma ve değiştirme yetkisi verir[11]. Sigorta Hukukunda esas olarak sözleşme serbestisi ilkesi benimsenmiş olmasına rağmen bu serbesti Borçlar Hukukundaki sözleşme serbestisiyle farklar arz eder. Borçlar Kanunundaki hükümlerin çoğun yedek hükümler olması amir hüküm sayısını azaltmıştır. Yani BK. 19 ve 20 nci maddelerine aykırı olmayan sözleşmeler geçerli olacaktır. Ancak Sigorta Hukukundaki yedek hüküm sayısı daha azdır[12].
Tasarının gerekçesinden 6762 sayılı TTK ‘nundaki emredici düzenleme sayısının çokluğunun sözleşme serbestîsini kısıtlaması ve sigorta sektörünün gelişmesine engel olduğu bu nedenle sözleşme serbestîsinin sınırlarını genişletecek şekilde emredici düzenleme sayısının azaltıldığı ifade edilmektedir. Böyle bir tercihin sigorta şirketlerini memnun edeceği açıktır.
d) Sigorta Sözleşmesinin Unsurları
TTK tasarısı ve 6762 sayılı TTK’nu incelendiğinde sigorta sözleşmesinin unsurlarının; sigortacı, sigorta ettiren, sigorta menfaati, riziko (tehlike), sigorta bedeli ve prim olduğu anlaşılmaktadır[13]. Bu zorunlu unsurlardan, sigorta menfaati, riziko ve prim ile ilgili değerlendirmeler ilerleyen bölümlerde yapılacaktır.
2. KARŞILIKLI SİGORTA
Mevcut kanundan farklı olarak tasarıda karşılıklı sigortanın tanımı sigorta sözleşmesinin tanımının yapıldığı maddeden ayrılarak 1402 maddede ayrıca düzenlenmesi yoluna gidilmiştir. Buna göre tasarıda karşılıklı sigorta birden çok kişinin birleşerek, içlerinden herhangi birinin, belli bir rizikonun gerçekleşmesi durumunda doğacak zararlarını tazmin etmeyi borçlanmaları şeklinde düzenlenmiştir. Karşılıklı sigortanın bu düzenleniş biçimi mevcut TTK ‘nun 1263 üncü maddesinin III üncü fıkrasındaki tanımla tamamen paralel olmakla birlikte tasarıda mevcut kanundan farklı olarak karşılıklı sigorta faaliyetinin ancak kooperatif şirket şeklinde yürütülebileceği hüküm altına alınmıştır. 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 3/III üncü maddesinde sigorta şirketlerinin karşılıklı sigorta yapması zorunlu kılınmıştır.
3.REASÜRANS (TEKRAR SİGORTA):
TTK tasarısının Reasürans yani tekrar sigortayı düzenleyen 1403 üncü maddesinde hükümet ve Adalet Komisyonu teklifleri arasında fark bulunmamaktadır. Buna göre sigortacı, sigorta ettiği menfaati, dilediği şartlarla, tekrar sigorta ettirebilecektir. Reasürans, sigortacının, sigorta ettirene karşı borç ve yükümlülüklerini ortadan kaldırmayacaktır. Çünkü reasüransın amacı sigorta ettirenin değil, sigortacının başka bir sigortacı tarafından sigorta edilmesi ve sigorta riskinin dağıtılmasıdır. Burada korunan menfaat sigorta şirketini menfaati olduğundan ve sigortalanan şirketi ile tekrar sigorta yapan şirket arasında hüküm ve sonuç doğuran bir sözleşme olduğundan bu sözleşme tekrar sigorta yapana karşı, doğrudan dava açmak ve istemde bulunma haklarını vermeyecektir. Mevcut TTK da reasürans 1276 ncı maddede düzenleme bulmuştur. Her iki düzenleme birbiriyle çok paralel olmakla birlikte mevcut TTK’nun 1276 ıncı maddesindeki “sigorta ettiren kimse dahi sigorta primini sigorta ettirebilir” kısmı tasarıya göre farklı olan düzenlemeyi oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle TTK tasarısında sigorta ettirenin sigorta primini sigorta ettirmesi reasürans tanımından çıkarılmıştır.
Sigortacılık Kanunu’nun 3/I maddesi uyarınca; Türkiye’de faaliyet gösterecek sigorta şirketleri ile reasürans şirketlerinin anonim şirket veya kooperatif şeklinde kurulmuş olması şarttır.
4. GEÇERLİ OLMAYAN SİGORTA
Tasarının 1404 üncü maddesinde kaleme alınan geçerli olmayan sigorta ile ilgili hükümet ve komisyon tasarısı arasında, hükümet tasarısında geçen güvence kelimesinin, teminat olarak düzeltilmesi dışında bir fark bulunmamaktadır. Daha doğru kalem alındığını düşündüğümüz komisyon metnine göre; sigorta ettirenin veya sigortalının:
- kanunun emredici hükümlerine,
- ahlâka,
- kamu düzenine,
- kişilik haklarına aykırı
bir fiilinden doğabilecek bir zararını güvence altına almak amacıyla sigorta yapılamayacaktır. Mevcut TTK‘nun 1277 inci maddesine karşılık gelen 1404 üncü madde düzenlemesinin bu kaleme alınışı itibariyle geçerli olmayan sigortayı daha kapsamlı bir şekilde düzenleyeceği göze çarpmaktadır. Zira mer’i TTK, geçerli olmayan sigortayı, sigortadan faydalanan veya sigorta ettiren kimsenin;
- kanunla yasak edilmiş
- ahlaka (Adaba) aykırı olan
fiilinden doğabilecek bir zarara karşı sigorta yapılamayacağı şeklinde düzenlemiştir. Her iki maddenin yukarıda sıralanan unsurlarından tasarı metnine, kanuna aykırılık açısından “emredici kurallara aykırı olmamak” şeklinde düzenlendiği, ek olarak maddeye, kamu düzenine aykırı olmama ve kişilik haklarına aykırı olmama konusunda sınırlamaların da getirilerek madde kapsamının genişletildiği anlaşılmaktadır. Böylece TTK 1404 üncü maddesinin Borçlar Kanununun sözleşme serbestîsinin sınırlarını çizen 19 uncu madde hükmüyle tamamen uyumlu hale getirilmek istendiği anlaşılmaktadır. Ancak tasarı gerekçesinde, geçerli olmayan sigortanın Borçlar Kanunu’nun 19 uncu maddesine koşut olarak hükme bağlandığı, Borçlar Kanununun 19 uncu maddesine rağmen böyle bir düzenlemenin öngörülmesinin sebebinin Borçlar Kanunu hükmünün bazı noktalarda yetersiz kalabileceği endişesi olduğu ve özel bir hükmün ihtiyaca daha iyi cevap verebileceğinin düşünüldüğü ifade edilmiştir.
İKİNCİ BÖLÜM
SİGORTA SÖZLEŞMESİNİN HÜKÜMLERİ
Sigorta sözleşmesi sigortacı ve sigorta ettirene bazı yükümlülükler yüklemektedir. Bunlardan sigorta ettirenin ilk yükümlülüğü prim ödeme borcudur. Bu borcun ifa edilmemesi sigortacıya talep de dava hakkı verecektir. Sigorta ettirenin bir diğer borcu ise kanun ve sigorta sözleşmesinin kendisine yüklediği bazı ihbar ve davranış yükümlülükleridir. Bu borcun yerine getirilmemesi sigortacıya dava hakkı vermez ancak ihlali halinde sigorta ettirenin bazı haklarının ortadan kalmasına neden olur[14].
Sigorta ettirene bahsedilen iki yükümlülüğü yükleyen sigorta sözleşmesi, sigortacıya da rizikoyu taşıma borcu yükler. Rizikoyu taşıma borcu sigortacının ana edimini teşkil eder. Rizikoyu taşıma borcu rizikonun gerçekleşmesinden önce ve sonra devam eder. Riziko gerçekleşmeden önce statik olan bu borç, rizikonun gerçekleşmesiyle birlikte dinamik hale gelir[15].
1. SÖZLEŞMENİN YAPILMASI SIRASINDA SUSMA
Türk Ticaret Kanunu tasarısının 1405 inci maddesinde mevcut TTK’nunda düzenlenmemiş olan sigorta sözleşmesinin kurulmasının sırasındaki susmanın sonuçları düzenlenmek istenmiştir. 5684 sayılı Sigortacılık Kanununun 11 inci maddesinin ikinci bendinde; hayat sigortalarına ilişkin sözleşmelerin yapılmasına dair teklifnamenin, sigorta şirketine ulaştığı tarihten itibaren otuz gün içinde sigorta şirketi tarafından reddedilmemesi halinde sigorta sözleşmesi yapılmış olacağı düzenlenmiştir. Ancak TTK tasarısı Sigortacılık Kanununun hayat sigortaları açısından öngördüğü susmanın sonuçlarını, 1405 inci maddedeki kaleme alınış şekliyle tüm sigorta türlerine yansıtmayı amaçlamaktadır. Buna göre; TTK tasarısı ile sigortacı ile sigorta sözleşmesi yapmak isteyen kişinin, sözleşmenin yapılması için verdiği teklifname tarihinden itibaren otuz gün içinde reddedilmemesi, tüm sigorta türleri için sigorta sözleşmesinin kurulmuş sayılması sonucunu doğuracaktır.
Ayrıca teklifnamenin verilmesi sırasında yapılmış ödemelerin, sözleşmenin yapılmasından sonra prim olarak kabul edilmesi veya ilk prime sayılması, bu ödemelerin, sigorta sözleşmesinin yapılmaması halinde, kesinti yapılmadan, faiziyle birlikte geri verileceği de tasarıda kaleme alınmıştır.
1405 inci maddenin üçüncü bendi ile atıfta bulunulan 1483 üncü maddeye göre ise sigortacılar, faaliyet gösterdikleri dalların kapsamında bulunan zorunlu sigortaları yapmaktan kaçınamayacaklardır.
Bilindiği gibi, kural olarak, susma bir irade beyanı değildir ve icaba karşı susan muhatap icabı kabul etmiş sayılmaz[16]. Ancak tasarının 1405 inci maddesiyle Borçlar Hukuku ‘nun bu genel ilkesinin bir istisnasını daha kabul eden ve buna sonuçlar bağlayan bir düzenleme söz konusudur.
2.TEMSİL
a) Temsilen Sigorta ve Yetkisizliğin Sonuçları:
6762 sayılı TTK nun 1270 inci maddesinde düzenlenen başkası namına sigorta diğer ifadesiyle temsilen sigorta, TTK tasarısının 1406 ıncı maddesinde kaleme alınmıştır. Buna göre; bir kişi, diğer bir kişinin adına onu temsilen sigorta sözleşmesini yapabilir. Yine aynı maddede mevcut kanunda olduğu gibi temsilci yetkisiz ise, “ilk sigorta döneminin” primlerinden sorumlu olacağı belirtilmiştir. Tasarının mer’i 1270 inci madde düzenlemesinden ilk farkı yetkisiz temsilcinin sadece “ilk sigorta döneminin” primlerinden sorumlu olması konusunda karşımıza çıkmaktadır.
Yine tasarıdan adına sigorta sözleşmesi yapılan kişinin, rizikonun gerçekleşmesinden önce veya 1458 inci madde hükmü saklı kalmak üzere, riziko gerçekleşince de, sözleşmeyi sonradan icazet verebileceği anlaşılmaktadır. 1270 inci maddenin ikinci fıkrasıyla paralel olan bu düzenlemede istisna olarak atıf yapılan tasarının “Geçmişe Etkili Sigorta” başlıklı 1458 inci maddesi, yine, mer’i 1270 inci maddede atıf yapılan “Mukavelenin yapıldığı sırada” başlıklı 1279 uncu madde ile aynı doğrultuda ifadeler içermektedir.
6762 sayılı TTK’nun 1270 inci maddenin üçüncü fıkrasında, başkası nam ve hesabına yapıldığı, sigorta sözleşmesi şartlarından anlaşılmayan sigorta sözleşmesinin, sözleşmeyi akdedenin nam ve hesabına yapılmış olacağı düzenlenirken, aynı doğrultudaki tasarıda bu hükümden farklı olarak, sözleşmenin yetkisiz temsilcinin nam ve hesabına yapılmış sayılabilmesi için sözleşmede “menfaati olması” şartı getirilmiştir. Tasarının bu haliyle yasalaşması halinde, yetkisiz yapılan sigorta sözleşmesinde menfaati olmayan sigorta ettiren, eğer o sözleşmeden menfaati yoksa yetkisiz yaptığı sözleşme kendisi adına yapılmış sayılmayacaktır. Bu halde bahis konusu tarafın yetkisiz ve menfaat yokluğunda imzaladığı sözleşmeden kaynaklanan “ilk sigorta dönemine” ilişkin sigorta priminden sorumlu tutulup tutulmayacağı gibi açıklığa kavuşturulması gereken bir sorun ortaya çıkacaktır. Kanımızca maddenin düzenlenişinden menfaati olmayan yetkisiz sigorta ettirenin, primden de sorumlu olmayacağı sonucu çıkarılabilir. Sigorta sözleşmesinde menfaatin bulunmaması halinde sözleşmenin geçersizliğini düzenleyen tasarının 1408 inci maddesinin yetkisiz taraf için de uygulanabileceği düşünülürse, bu halde yetkisiz akitin menfaati olmadığı halde yaptığı ya da icazet verilmemesi nedeniyle menfaatin ortadan kalktığı durumda böyle bir sigorta sözleşmesinin geçersiz olacağı sonucuna varılabilecektir. Ancak bu durum sözleşmeye aykırılık, kasıt ve iyi niyete ilişkin genel hükümlere göre temsilcinin sorumluluğuna gidilmesinin önünü kapatmamaktadır.
b) Talimatı Bulunmayan Temsilci:
TTK tasarısının 1407 inci maddesi temsilciye, sigorta ettiren tarafından, sigorta şartlarıyla ilgili herhangi bir talimat verilmemişse, sigorta sözleşmesinin, sözleşmenin yapıldığı yerdeki mûtad şartlara göre kurulacağını belirtmektedir.
Bu düzenleme şekliyle maddenin mer’i karşılığı olan 1271 inci maddedeki temsilcinin akdettiği sözleşmenin müvekkil tarafından kabul edilmesi halini düzenleyen ilk cümlesindeki, temsilcinin vekalete uygun hareket edilmiş sayılacağına ilişkin olarak yapılan tespitten vazgeçildiği anlaşılmaktadır.
3. SİGORTA MENFAATİ
Sigorta Hukukumuzda sigorta sözleşmesine konu olabilecek menfaatin para ile ölçülebilir olması esası benimsenmiştir[17]. Mer’i TTK’nun 1269 uncu maddesi sigorta edilen menfaat ve menfaat sahibini açık bir şekilde düzenlemiştir. Ancak tasarıda sigorta kitabının girişinde bulmayı umduğumuz menfaat ve menfaat sahibi tanımının genel bir tanım olarak değil sigorta türlerine göre tek tek yapılması söz konudur. 1453 üncü maddede düzenlenen mal sigortalarında, 1490 ıncı maddede düzenlenen hayat sigortalarında, 1515 inci maddede düzenlenen hastalık sigortalarında menfaat ve menfaat sahibinin tanımı ayrı ayrı yapılmıştır. Buna karşılık tasarının “sigorta menfaatinin yokluğu” başlıklı 1408 inci maddesinde, sigorta sözleşmesinin yapılması anında, sigortalanan menfaat mevcut değilse, sigorta sözleşmesinin geçersiz olacağının kaleme alınmasıyla yetinilmiştir. Yine sözleşmenin yapıldığı anda var olan menfaatin, sözleşmenin süresi içinde ortadan kalkması halinde, sözleşmenin o anda geçersiz olacağı, tasarının 1470 inci maddesine gönderme yapılarak menfaat sahibinin değişmesi halinde aksine sözleşme yoksa sözleşmenin sona ereceği ifade edilmiştir.
Tasarı gerekçesinin 212 inci paragrafında mer’i TTK nunda sigortaya ilişkin hükümlerin pek çoğunun kanunen emredici sayılmalarının sigortacılığın gereksinimlerine uygun çözümleri ve özellikle sözleşme hukukunun gelişmesini önlediği, diğer taraftan emredici hükme aykırı uygulamaya sebep olduğu bu noktada karşılaşılan sorunların uygulamada sigorta genel şartları veya sigortacılıkla ilgili diğer mevzuatlarla giderilmeye çalışıldığı, doğal olarak, bunların yeterli olamadığı, tasarıda emredici hükümlere ancak korunmaya değer bir menfaat varsa yer verildiği ifade edilmiştir.
4.SİGORTANIN KAPSAMI
Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ile birlikte, yürürlükte olan TTK’nun benimsediği umumilik esasından vazgeçildiği anlaşılmaktadır. Mer’i TTK 1281 inci maddesi ile sigortacının, harb ve isyan dışındaki sebeplerle mallar hakkında gerçekleşen rizikolar için sigortacının bütün hasarlardan sorumlu olacağını düzenlemektedir. Dikkat edilirse bu hüküm aynı maddenin ikinci fıkrası gereğince poliçede istisna kabul edilmeyen hasarların harp ve isyan dışında tamamının sigortacının sorumluluğunda olacağını, ayrıca ve açıkça istisna edilmedikçe sigortacının her türlü hasarı ödemekle mükellef olacağı anlaşılmakta, 6762 sayılı kanun bu yapısı itibariyle sigortalı lehine bir durum doğurmaktadır. Bununla birlikte TTK tasarısının 1409 uncu maddesi tam tersi denebilecek bir sistem benimsemiştir. Tasarının 1409 unca maddesine göre sigortacı, sadece “sözleşmede öngörülen rizikonun gerçekleşmesinden” doğan zarardan veya bedelden sorumlu olacaktır. Umumilik esasındaki kanundan kaynaklanan kapsam ve istisna, tasarı ile birlikte tamamen sözleşme şartlarıyla düzenlenir hale gelmektedir. Böylece sigortacı mer’i kanunun poliçede istisna kabul edilmedikçe sorumlu olduğu hasarlardan değil, tam tersine sadece poliçede yazılı hasarlardan sorumlu olacaktır. Sigortacının poliçede yazılmayan bir hasarın gerçekleşmesi halinde bunu ödemesi söz konusu olmayacaktır.
Ayrıca TTK tasarısının 1409 uncu maddesiyle Sigorta Hukukunda umumilik konusunda çelişen iki hüküm yürürlükte olacaktır. Çünkü Sigortacılık Kanunu’nun 11 inci maddesinin 4 üncü fıkrası da umumilik esasını benimseyen bir şekilde; sigorta sözleşmelerinde kapsam dahiline alınmış olan riskler dışında, kapsam dışı bırakılmış risklerin de açıkça belirleneceği, belirtilmemiş olan risklerin teminat kapsamında sayılacağı düzenlenmektedir. TTK tasarının mevcut haliyle yasalaşması ve Sigortacılık Kanununda herhangi bir değişiklik yapılmaması halinde hangi hükmün uygulanacağı, hangi hükmün özel hangisinin genel hüküm sayılacağı oldukça tartışma konusu olacak ve sorunun yargı kararları ile açıklığa kavuşması umulacaktır. Bu konuda oluşacak içtihat ile aynı zamanda umumilik ilkesinin varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği, sigorta sözleşmesinde sigortacının mı yoksa sigorta ettirenin mi menfaatinin daha çok gözetileceği gibi sorulara da açıklık getirecektir.
Tasarıda 6762 sayılı TTK daki hükme paralel bir şekilde sözleşmede öngörülen rizikolardan herhangi birinin veya bazılarının sigorta kapsamı dışında kaldığını ispat yükü, sigortacıya bırakılmıştır.
Bu durum sigorta ettirenlerin aleyhine, kara avrupası sisteminden uzaklaşılıp, sözleşme serbestîsinin sınırlarının alabildiğine geniş tutulduğu anglo sakson sisteminden esinlenilmiş olmasından kaynaklanmıştır. Tasarının gerekçesinde tercihteki farklılaşmanın sebebi olarak iki unsur göze çarpmaktadır:
- TTK ‘nun sigorta kitabının daha sonra tekrar düzenlenmesi beklentisiyle yetersiz düzenlenmiş olması ve söz konusu hükümlerin pek çoğunun emredici hükümlerle düzenlenmiş bulunmaları, sigorta alanında ağırlığı olan sözleşme hukukunun gelişmesini engellediği bunun da Türkiye’de sigorta endüstrisini olumsuz yönde etkilediğidir. Bu nedenle sigortacının hareket alanını daraltan 1281 inci maddedeki emredici düzenlemeden vazgeçildiği anlaşılmaktadır.
- Tasarı çalışmalarında iki ana yabancı kaymak olarak Alman Sigorta Sözleşmeleri Kanunu ve Anglo-Sakson Hukuku gösterilmektedir. Bu düzenlemelerden Alman düzenlemesinin tutucu, Anglo-Sakson sisteminin ise liberal bazı yönlerinden yararlanıldığı ifade edilmektedir. Tasarıda özellikle sözleşme hukukunun gelişime açık olması düşüncesiyle, İngiliz hukukunun liberal yaklaşımının tercih edildiği vurgulanmaktadır. Bununla birlikte Alman Sigorta Sözleşmesi Kanununun menfaatler dengesini gözeten bazı düzenlemelerinin de benimsendiği ifade edilmektedir.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere TTK tasarısı ile sigorta sözleşmesi ve bunun kurulması konusunda “gelişme” yaşanması umuduyla liberal yaklaşımı benimsemekte ve bu nedenle sigortalı lehine olan umumilik esasından vazgeçilmektedir.
5. SİGORTA SÜRESİ ve DÖNEMİ
Sigorta süresi, sigorta sözleşmesi sona erinceye kadar devam eder. Doktrinde sigorta süresi şekli, maddi ve teknik sigorta süreleri olarak ayrılmaktadır [18]. TTK tasarısının 1410 uncu maddesi sigorta sözleşmesinin süresinin sözleşmede kararlaştırılmaması halinde bu süreni tespitinde uygulanacak ölçütleri düzenlemektedir. Bu maddenin mer’i TTK daki karşılığı olan 1282 inci maddede de paralel nitelikte bir düzenleme bulunmaktadır. Buna göre süre, sigorta sözleşmeyle kararlaştırılmamış ise, bu sürenin tespitinde öncelikle taraf iradeleri, yerel teamül ile hâl ve şartlar göz önünde bulundurularak, mahkemece belirlenecektir.
Mer’i TTK ‘nun 1282 inci maddesinde tasarının 1410 uncu maddesindeki bu hüküm yanında süre başlığı altında sigortacının hangi tarihten itibaren gerçekleşen rizikolardan sorumlu olacağı düzenlenmektedir. 1282 inci maddeye göre aksi kararlaştırılmış olmadıkça sigortacı, primin ödendiği tarihten itibaren gerçekleşen rizikolardan sorumludur. Ancak TTK tasarısındaki hangi tarihten itibaren gerçekleşecek rizikonun teminat altına alınmış olacağını düzenleyen madde ayrıca kaleme alınarak tarafların borç ve yükümlülükleri başlığı altındaki 1421 inci maddede düzenlenmiştir. 1421 inci madde 1282 inci maddeye ek olarak sigortacının sorumluluğunun, primin taksitlerle ödeneceği de dikkate alınarak sorumluluğun “primin veya ilk taksitin ödenmesiyle başlayacağı”, kara ve denizde eşya taşımaya ilişkin sigorta sözleşmelerinde ise sigortacının sorumluluğunun sözleşmenin kurulmasıyla başlayacağı belirtilmiştir (1295/2 buraya alınmış).
TTK tasarısının 1411 inci maddesi bütün sigorta sözleşmeleri açısından geçerli olacak “sigorta dönemi” kavramı getirmektedir. Sigorta dönemi sigorta sözleşmelerinin aksi karlaştırılmamışsa sigorta primlerinin hesaplandığı ve sözleşmenin devam ettiği süreyi ifade edecektir. Uygulamada da birçok sigorta sözleşmesi bir yıllık dönemlerde yapılmaktadır. 1411 inci madde daha kısa dönemlerde prim karşılaştırılmamışsa sigorta döneminin bir yıl olacağını düzenlemekle aslında sigorta döneminin uzunluğunu da bir yılla sınırlamaktadır. Çünkü maddenin lafzından sigorta döneminin daha priminin daha uzun ya da kısa dönemde hesaplanması hali değil, daha kısa dönemde hesaplanmamışsa bir yıllık dönemlerde yapılabileceği kaleme alınmıştır.
6. SİGORTA ETTİREN DIŞINDAKİ KİŞİLERİN BİLGİ VE DAVRANIŞLARI
TTK tasarısının 1412 nci maddesi, TTK nunda sigorta ettirenin bilgisine ve davranışına hukukî sonuç bağlanan durumlarda, sigortadan haberi olması şartı ile;
- sigortalının,
- temsilci söz konusu ise temsilcinin,
- can sigortalarında da lehtarın
bilgisi ve davranışı da dikkate alınır. Bu durum özellikle rizikonun meydana gelmesindeki kasıt, kusur, sigortalanan menfaatin durumundaki değişiklikler ve ihbar ve prim ödeme mükellefiyeti açısından neticeler yaratacaktır. Bu hüküm sigorta ettiren açısından son derece tehlikeli ve mer’i TTK’nunda karşılığı olmayan bir hükümdür. Örneğin temsilcinin hasarı artıracak bir hali bilmesinden nereye kadar sorumlu olunacaktır? Ayrıca maddeye ilişkin tasarı gerekçesi tatmin edici değildir.
Borçlar hukukunun genel ilkelerinden birisi de nisbilik ilkesidir. Sözleşmenin tarafları haklarını sadece akit taraflara karşı ileri sürebileceklerdir. Üçüncü kişiler sözleşmeden kaynaklanan borç ilişkisiyle ilke olarak borç altına girmedikleri, bir hak kazanmadıkları için bu hakkın onlara karşı ileri sürülmesi söz konusu olamayacaktır[19]. Kanımızca tasarının 1412 nci maddesi ile nisbilik ilkesine yeni bir istisna getirilerek sigorta ettirenin bilgisine ve davranışına sonuç bağlanan durumlarda üçüncü şahısların da davranışlarının sorumluluk doğuracağı düzenlenmiş olacaktır.
7. FESİH VE CAYMA
a) Genel Olarak
6762 sayılı TTK ‘nunda fesih ve caymaya ilişkin hükümlerin oldukça dağınık bir şekilde düzenlendiği göze çarpmaktadır. Bu hükümler özetle şöyledir:
- TTK 1290 ıncı maddesi, Sigorta ettirenin sigorta sözleşmesinin yapılması sırasında, sözleşmesinin daha ağır şartlarda yapılmasını gerektirecek halleri bildiği halde sigortacıya bildirmemesini, susmasını ya da eksik veya yanlış bildirmesini, sigortacının sözleşmeden cayma nedeni olarak düzenlemektedir.
- TTK 1291 inci maddesi Sigorta ettirenin sigortalı malın yerini ve halini sigortacının muvafakatı olmaksızın değiştirerek sigortacının o malı sigortalamayacağı ya da daha ağır şatlarda sigortalayacağı hale getirirse bu hal sigortacının sigorta sözleşmesini feshetme nedeni olarak düzenlenmektedir. Durumun bildirilmesine rağmen 8 gün içinde feshedilmeyen ve primi tahsil etmeye devam etmek gibi duruma razı ettiğini gösteren hareketlerde bulunursa fesih hakkı düşecek ve sözleşme geçerliğini koruyacaktır.
- TTK 1297 inci maddesi bir yıldan uzun süreli hayat sigortalarında primin ödenmemesi halini fesih nedeni olarak düzenlemiştir.
- TTK 1315 inci maddesi sözleşmenin feshedilmiş olmayacağı bir hali,
- TTK 1365 ve 1366 inci maddeleri caymanın caiz olup olmayacağı bazı halleri,
- 5684 sayılı Sigortacılık Kanununun 10/III maddesinde devredilen ve birleşen sigorta şirketleriyle sözleşme yapanlara sigorta sözleşmesini 3 ay içinde feshetme hakkı veren durum, düzenlenmiştir.
Ancak TTK tasarısında, 6762 sayılı TTK’ndan farklı olarak fesih ve caymaya ilişkin bazı hükümlerin aynı başlık altında düzenlenmesi yoluna gidilmiştir. Ancak bu durum TTK tasarısında fesih ve cayma hükümlerinin aynı başlıkta toplandığı anlamına gelmemektedir.
- Tasarının 1413, 1414, 1415, 1417, 1428, 1434, 1445, 1449, 1456, 1499, 1502, 1505 maddelerinde feshe ilişkin,
- 1413, 1415, 1430, 1434, 1438, 1439, 1440, 1441, 1442, 1456, 1489, 1497, 1498 inci maddelerinde de caymaya ilişkin,
düzenlemeler bulunmaktadır.
b) Olağanüstü Durumlarda Fesih
TTK tasarısının 1413 üncü maddesi ile sigorta kitabına ilk defa konkordato terimi girmiş olmaktadır. 6762 sayılı TTK çeşitli hükümlerinde sigortacının aczini ve iflasını düzenlerken tasarıda bulara ek olarak bir “olağanüstü fesih hali” olarak tarafların konkordato ilan etmesi de düzenlenmiştir.
Buna göre sigortacının ve sigorta ettirenin konkordato ilân etmesi halinde, taraflar sigorta sözleşmesini bunu öğrendiklerinden itibaren bir ay içinde tek taraflı olarak feshedebilirler. Ayrıca sigortacının;
- ilgili sigorta dalına ilişkin ruhsatının iptâl edilmesi veya
- sözleşme yapma yetkisinin kaldırılması
gibi hâllerde; sigorta ettiren, bu olguları öğrendiği tarihten itibaren yine bir ay içinde sigorta sözleşmesini feshedebilir.
Sigorta ettirenin konkordato ilan etmesi halinde sigortacının bu nedenle fesih hakkının doğabilmesi için primlerin tamamının ödenmemiş olması gerekecektir. Zorunlu sigortalar ile prim ödemesinden muaf hâle gelmiş can sigortalarına bu hüküm uygulanmayacaktır.
c) “Sigorta Priminin Artırılması” Nedeniyle Fesih
6762 sayılı TTK ‘nun çeşitli maddelerindeki sigorta primi ile ilgili düzenlemeler şöyledir:
- 1283 üncü ve 1298 inci maddelerde hangi hallerde primin indirileceği veya fazla tahsil edilen kısmın iade edileceği,
- 1288 inci maddede, kısmi sigortanın tam bedelli sigorta haline gelmesi için sigortacıya ödenmesi gereken “ek primden”,
- 1294 üncü maddesinde, sigorta ettiren kimsenin, “primlerin en yüksek haddinin tayinine ait hususi hükümler mahfuz kalmak üzere”, mukavele ile kararlaştırılmış olan primi ödemekle yükümlü olacağından. Sigorta primi mukavelede gösterilmemişse “primin ilgili bakanlıkça tasdik edilmiş olan tarifeler gereğince” tayin olunacağından
- 1347 inci maddede primin ve sigorta bedelinin indirileceği hallerden,
- 1369 uncu maddede ihbar külfetinin gereği gibi yerine getirilmesinde sigorta ettirene kusur atfedilememesi ve sigortacı açısından cayma hakkının caiz olmadığı halde, artan sigorta değerini sigortalamak için daha fazla prim ödenmesi gerektiği hallerde primin artırılmasından,
- 1454 üncü maddede menfaat yokluğu ve aşkın sigorta nedeniyle primin indirilmesinden,
bahsedilmektedir.
Görüldüğü gibi 6762 sayılı TTK nunda hangi hallerde primin indirileceği veya iade edileceğinin yanında bazı hallerde sigorta bedeli ve değerinin artması nedeniyle artırılacak primden ve ödenmesi gereken ek primden bahsedilmektedir. Buradan anlaşılacağı üzere sigorta primindeki artış ve indirim tamamen sigorta güvencesinin kapsamında meydana gelen değişikliklerle ilgili ve onlara bağlıdır. 6762 sayılı TTK ‘nun hiçbir maddesi sigortacıya bu haller dışında primi artırma yetkisi vermemektedir.
Ancak TTK tasarısının 1414 üncü maddesi ile birlikte Sigorta Hukukumuza “ayarlama şartı” kavramı girmektedir. Bu şart sigorta sözleşmesine konulabilecek bir şart olup, sigortacıya sigorta güvencesinin kapsamında herhangi bir değişiklik yapmadan sigorta primlerini tek taraflı olarak yükseltme yetkisi vermektedir. Sigortacıya böyle bir yetkinin tanınmasının amacı, değişen piyasa koşulları ve artan maliyetlerin prime anında yansıtılabilmesini sağlamak olmalıdır. Sigortacı ayarlama şartına dayanarak kendisi için ek bir risk ve maliyetin doğduğu her durumda prim artışına gidebilecektir.
Rekabetçi piyasa koşullarında müşteri kaybetme kaygısı taşıyacak olan sigorta şirketlerinin bu ayarlama şartına dayanarak prim artırmaları, şartlar ve zorunluluklar gerektirmedikçe başvurulacak bir yol olarak görünmemektedir. Ancak mevcut kanunumuzdaki primin sabit olduğuna ilişkin sistemdenayarlanabilir prim sistemi tamamen sigorta şirketlerinin lehine ve onların hareket alanlarını artıran bir nitelik taşımaktadır. Düzenlemenin sigorta ettirenin, sigorta sözleşmesini fesih hakkını düzenleyen bir başlık altında getirilmesi, onun sigorta ettirenin aleyhine olması özelliğini ortadan kaldırmamaktadır. Tasarı gerekçesinde ayarlama şartına ilişkin yapılan tercih ile ilgili herhangi bir açıklamaya rastlanmamıştır. bu şekilde vazgeçilmiş bulunmaktadır. Böylece sigorta şirketleri ayarlama şartına güvenerek ucuz primle sigorta sözleşmesi yapmayı tercih edebilirler. Bu durum sigorta ettirenlerin, o sigorta kolundaki risklerin artması ve tüm sigorta şirketlerin prim ayarlamasına gitmesi halinde, ödeyeceği prim konusunda bir öngörü yapamaması sonucunu doğuracaktır.
Tasarının 1414 üncü maddesiyle getirilen sigortacının ayarlama şartına dayalı tek taraflı olarak yapacağı prim artışına karşılık, sigorta ettirene; artışa yönelik bildirimi aldıktan sonra bir ay içinde sigorta sözleşmesini feshetme hakkı tanınmıştır. Böylece ayarlama şartının piyasa koşullarının denetimine tabi tutulması ve keyfi kullanımının önlenmesini sağlama yönelik bir adım atılmıştır. Ancak yine de fesih ve prim ayarlama şartının verdiği ayarlama hakkı, dengeli bir şekilde düzenlenmemiştir. Sigorta ettiren sigorta sözleşmesiyle ödediği prim karşılığında hayatındaki rizikoların getireceği maddi kaygıları azaltmayı amaçlar. Ancak ayarlama şartı, sigorta ettirene ileride primin artabileceği kaygısını yaşatan olumsuz bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sigorta sözleşmeleri prensip olarak sona erinceye kadar değişmeksizin devam ederler. Ancak bu prensibin bazı istisnaları vardır. Bunlar:
Sigorta sözleşmesinin:
- Anlaşmayla,
- Kanun gereğince,
- İdari işlem gereğince,
- Tek taraflı irade bildirimi ile
değiştirilmesi olarak sıralanabilir[20]. Tasarı ile getirilen ayarlama şartı TTK ‘na sözleşmenin tek taraflı irade bildirimi ile değiştirilebileceği yeni bir hal getirmektedir.
Doktrinde varlığını sürdüren ancak bir yanan da anlamını yitirdiği bildirilen sabit primli, değişken primli sigorta ayrımının tasarının yasalaşması halinde daha da anlamlı hale geleceği anlaşılmaktadır[21].
d) Kısmi Fesih ve Cayma
TTK tasarısının 1415 inci maddesi kısmi fesih ve caymayı düzenlemektedir. Sigortacı akdettiği sigorta sözleşmesinin bazı hükümlerini haklı nedenlerle feshetmesi veya cayması mümkündür. Ancak bu fesih ve caymadan sonra sözleşmenin geri kalan hükümlerle ve aynı şartlarla yapılmayacağı durumdan anlaşılıyorsa, sigortacı sigorta sözleşmesinin tamamından cayabileceği gibi sözleşmenin tamamını da feshedebilecektir.
Tasarının bu hükmü 6762 sayılı TTK ‘nun 1367 ici maddesiyle paralellik arz etmektedir. Ancak bazı farklar da söz konusudur. 1367 inci madde sadece sigortacının sigorta sözleşmesinden caymasının haklı olabileceği şartların bulunması halinde, geri kalan sözleşme hükümleriyle sigorta sözleşmesi yapmayacağı halin icabından anlaşılıyor olması halinde, sözleşmenin geri kalan hükümlerinden de cayabileceği düzenlemektedir. İşte TTK tasarısının 1415 inci maddesinde farklı olarak cayma ile birlikte aynı hallerin varlığında fesih ihtimalini de düzenlemektedir. Ayrıca yaptığı sigorta sözleşmesinin bir kısmı sigorta ettiren tarafında feshedilen veya cayılan sigorta ettirene de aynı sözleşmeyi feshetme ve cayma hakkı tanınmıştır. Böylece fesih ve caymayanın birlikte düzenlenmesi yolu tercih edilmiştir.
Ayrıca bu hükümle düzenlenen kısmi fesih ve caymaya ilişkin hükümlerin BK 20 nci maddesinde düzenlenen kısmi butlanla da aynı doğrultuda olması söz konusudur. BK 20/II ye göre, sözleşmenin içerdiği şartlardan bir kısmının geçersizliği sözleşmeyi iptal etmeyip yalnız ilgili sözleşme şartı geçersiz olacaktır. Fakat bu şartlar olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı kesin olduğu takdirde, sözleşme tamamıyla batıl kabul edilecektir.
8. TEBLİĞLER ve BİLDİRİMLER
Sigorta hukuku açısından yeni olan bir düzenleme de TTK tasarısının 1416 ncı maddesiyle getirilen tebliğ ve bildirimlere ilişkin tasarı maddesidir. Sigorta hukuku açısından kendisine birçok hukuki sonuç bağlanan ihbar ve bildirimlerin ve sigorta sözleşmesine ilişkin yazışmaların muhatabına ulaştıktan sonra hüküm ifade etmesi söz konusudur. Bu nedenle son yıllarda bazı kanunlarda olduğu (İİK) gibi tebliğ ve bildirimlerin yapılacağı adres konusunun kanunlarda düzenlenmesi tercih edilmektedir. Bu tercihin sebebi, ortaya çıkan ihtilaflarda, ispat hukuku açısından yaşanan belirsizlikler ve kötüye kullanımların varlığı olabilir.
1416 ıncı maddedeki düzenlemeye göre; sigorta ettiren tarafından yapılacak tebliğler ve bildirimler:
- sigortacıya
- sözleşmenin yapılmasına aracılık eden acenteye;
sigortacı tarafından yapılan tebliğler ve bildirimler ise,
- sigorta ettirenin
- sigortalının
- lehdarın
sigortacıya bildirilmiş son adreslerine yapılacaktır.
10. OLAĞANÜSTÜ DURUMLAR
a) Tarafların Aczi, Takibin Semeresiz Kalması
TTK tasarısının 1417 ve 1418 inci maddeleri ile “olağanüstü durumlar” başlığı altında tarafların aczi, takibin semeresiz kalması durumu ile sigortacının iflası düzenlenmektedir.
TTK tasarısının 1417 inci maddesine göre sigorta ettiren, aciz hâline düşen veya hakkında yapılan takip semeresiz kalan sigortacıdan, taahhüdünün yerine getirileceğine ilişkin teminat isteyebilecektir. Teminat isteminden itibaren bir hafta içinde sigortacı tarafından bir teminat verilmemiş ise sigorta ettiren sözleşmeyi feshedebilecektir. Tasarının 1417 inci maddesinin 6762 sayılı TTK ‘nundaki karşılığı olan 1302 inci maddede özü itibariyle benzer bir düzenleme bulunmaktadır. Ancak bazı farklılıklar söz konusudur.
Farklılıklardan ilki; 1417 inci madde ile sadece aciz halinin değil takibin semeresiz kalması halinin de düzenlendiği gözlenmektedir. Taraflardan birisinin aczi; akitlerden birisinin borcunu edadan aciz olması, yapılan haczin neticesiz kalması ve iflas gibi ihtimalleri kapsamaktadır. Ancak borçlu hakkında yapılan takibin semeresiz kalması bir anlamda İİK nun 105 inci maddesinde, borçlunun haczi kabil malın bulunamamasına ilişkin tutanağın yine İİK 143 üncü maddesi uyarınca aciz vesikası sayılacağına ilişkin hüküm nedeniyle, “acz haline düşen” veya “hakkındaki takip semeresiz kalan” borçlu arasında bir ayrım yapmanın anlamını ortadan kaldırmaktadır. Çünkü acz hali takibin semeresiz kalması halini de kapsamaktadır.
İkinci fark, sigorta ettirenin sigortacıdan taahhüdünü yerine getireceğine ilişkin teminat istemesinden sonra, kendisine sözleşmeyi fesih yetkisi veren sürededir. TTK tasarısının 1417 inci maddesinde bir hafta olarak düzenlenen süre 6762 sayılı kanunun 1302 inci maddesinde üç gün olarak düzenlenmiştir.
Üçüncü fark; tasarının 1417 inci maddesinde mer’i kanunun 1302 inci maddesinde olduğu gibi, acze düşme halini ve bu halde taraflardan birisinin sözleşmeyi fesih halini belirtmek için BK 82 inci maddesine yollama yapmak yerine, acz halini madde içerisinde tanımlama yolunun tercih edilmesidir. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere tasarının 1417 inci maddesi ile getirilen acz tanımı muğlaktır. “Veya” ile ayrılarak kullanılan “acz haline düşme” ile “takibin semeresiz kalması” hallerinin ifade etmeyi amaçladığı anlamlar birbiriyle kesişmektedir. Bu nedenle BK 82 inci maddesinde ayrılarak yapılan tanımlamayı başarılı bulmak mümkün değildir. Tasarının 1417 inci maddesinde de 1302 inci maddede olduğu gibi BK ‘na atıf yapılması daha doğru bir tercih olurdu. Burada göze çarpan bir konu da ilk fıkrada sigortacı için düzenlenmeyen iflas halinin ikinci fıkrada sigorta ettiren için düzenlenmesidir. Böyle bir ayrıma sigortacının iflasının tasarının 1418 inci maddesinde ayrıca düzenlenmiş olması neden olmuştur.
b) Sigortacının İflası
TTK tasarısında Sigortacının iflası 1418 inci maddede düzenlenmektedir. Bu maddeye göre sigortacının iflâsı sözleşmeyi sona erdiren bir sebep olarak sayılmıştır. Sigorta şirketinin iflas etmesinden önce, menfaat sahiplerine ödenmeyen tazminatlar, özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, önce 21/12/1959 tarihli ve 7397 sayılı Sigorta Murakabe Kanunu gereğince sigortacı tarafından ayrılması gereken teminatlardan, bunların yetmemesi halinde iflâs masasından karşılanacağı kaleme alınmıştır. Ancak Türk Ticaret Kanunu Tasarısı 2005 yılından bu yana yasalaşmayı beklediğinden, bu metinde adı geçen Sigorta Murakabe Kanunu, 14.06.2007 tarihinde yürürlüğe giren 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu ‘nun 45 inci maddesiyle yürürlükten kaldırılarak mülga olmuştur. TTK Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporunu (1/324) 27.09.2007 de vermesine rağmen Sigortacılık Kanunu ‘na ilişkin değişiklik gözden kaçmıştır. Bu nedenle meclise sevk edilen tasarının Genel Kurulda görüşülmesi sırasında ilgili maddenin önergelerle değiştirilmesi gerekecektir.
Tasarının 1418 inci maddesinin ikinci fıkrasında sigorta şirketinin iflası nedeniyle tazminat alacaklarına kavuşamayan hak sahiplerinin iflâs masasına İcra ve İflâs Kanununun 206 ncı maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen üçüncü sıradan katılacağı kaleme alınmıştır. İİK ‘nun 206 ıncı maddesinde sözü edilen üçüncü sıra; “özel kanunlarda imtiyazlı olduğu belirtilen alacaklar” olarak, dördüncü sıradaki “imtiyazlı olmayan diğer tüm alacakların” üzerinde düzenlenmiştir.
6762 sayılı TTK ‘nunda iflas terimi sadece hayat sigortalarına ilişkin 1331 inci maddede geçmektedir. 1331 inci madde sigorta şirketinin iflası halinde, “talebe hakkı olan kişilere” ödenecek riyazi ihtiyatları ve bunun hesaplanış usulünü kapsamaktadır. Bu madde dışında sigortacının aczini düzenleyen 1302 ve 1457 inci maddelerde de iflas halini kapsamına alabilecek düzenlemeler bulunmaktadır. Açıklamalarımızdan anlaşılacağı gibi sadece hayat sigortaları için açıkça düzenlenmiş bulunan sigortacının iflası hali, sigorta sözleşmesinin hükümleri başlığı altında düzenlenerek tüm sigorta türleri için geçerli hale getirilmiş olacaktır.
11. ZAMANAŞIMI
TTK tasarısının 1420 nci maddesi bütün sigorta türleri için geçerli olan zamanaşımı sürelerini belirlemektedir. Buna göre sigorta sözleşmesinden doğan bütün istemler, alacağın muaccel olduğu tarihten başlayarak iki yılda ve sigorta tazminatına ve sigorta bedeline ilişkin istemler her hâldealtı yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacaktır. Sigortacıya yöneltilecek tazminat istemlerinin sigorta konusu olaydan itibaren on yılda zamanaşımına uğrayacağını düzenleyen 1482 inci madde hükmü saklı tutulmuştur. rizikonun gerçekleştiği tarihten itibaren
Tasarının 1420 nci maddesine 6762 sayılı TTK nunda karşılık gelen zamanaşımı süresi 1268 inci maddede öngörülmüştür. Maddeye göre sebepsiz yere ödenmiş bulunan primin veya sigorta bedelinin geri alınmasına ilişkin alacaklar da dahil olmak üzere sigorta sözleşmesinden doğan bütün taleplerin, iki yılda zamanaşımına uğrayacağı düzenlenmiştir. Maddeden anlaşılacağı üzere sigortacının sigorta bedelini ödeme borcu da iki yıllı zamanaşımına tabidir[22]. Söz konusu zamanaşımı süresi sigorta sözleşmesi gereğince alınan vergi ve resimleri de kapsamaktadır[23]. Bu hükmünde düzenlenen sürenin özel sözleşme şartlarıyla değiştirilmesi mümkün değildir[24]. Kanun koyucu zamanaşımı süresinin ne zaman başlayacağı konusunu düzenlememiş olsa da bu konuda genel hükümler uygulanacaktır[25]. Buna göre zamanaşımı süresi BK’nun 128 inci maddesi uyarınca alacağın muaccel olduğu andan itibaren işlemeye başladığı kabul edilmektedir.
Tasarının 1420 nci maddesi de bu konuya açıklık getirerek genel hükümlere başvurmayı gerekli kılmayacak şekilde zamanaşımı süresinin “alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren başlayacağı” nı açıkça düzenlemektedir. Böylece doktrindeki beklentileri de karşılayacak bir düzenleme getirilmektedir[26].
Halefiyet esası gereğince sigortacının dava ve talep hakları da sigortalının tabi olduğu sürelere tabidir. Bu nedenle sigortacı halefi olduğu alacaklara ilişkin davalarda 2 yıllık zamanaşımına tabidir. İki yıllık zamanaşımı süresinin kısa olması ve sigortalının tabi olduğu muacceliyet tarihinden itibaren işlemeye başlaması uygulamada sorunlara yol açabilecektir. Bu nedenle tasarının 1420 inci maddesiyle kademeli zamanaşımı süresi düzenlenmesi ve sürenin 6 yıla çıkarılması uygulamadaki sorunları giderecektir.
12. TÜRK TİCARET KANUNU TASARISIYLA SİGORTA HUKUKU AÇISINDA GETİRİLEN DİĞER YENİLİKLER [27]
a) Genel Olarak
Tasarının gerekçesinin incelenmesinden Yeni Türk Ticaret Kanunu, AB’ye üye diğer ülkelerin, ticaret, şirketler, taşıma, deniz ticareti ve sigorta kanunlarında olduğu gibi, dinamik bir konuma geçecek ve eskisiyle kıyaslanamayacak sıklıkta değiştirilme olasılığına açık bir kanun haline gelmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır.
Teknolojideki gelişmeler dikkate alınarak Sözleşmelerin kurulmalarından başlayarak, belgelerin, teyit mektuplarının, ihtar ve ihbarların, her çeşit sigorta poliçesinin elektronik ortamda oluşturulması ve bu belgelerin bir kısmının elektronik ortamda saklanmaya başlanması; şeffaflığın bu yoldan en üst düzeyde sağlanabilmesi kanunun amaçları arasında sayılmıştır.
Gerekçeden tasarının hazırlanması sırasında AT ve AB direktiflerinin dikkate alındığı, özellikle sigorta sektöründe sermayenin serbest dolaşımını sağlayan düzenlemelerin dikkate alındığı anlaşılmaktadır.
TTK tasarısı komisyonu ve Adalet Bakanlığı “Türk Ticaret Kanunu” komisyon ilk toplantısında hedefler arasında, AB Müktesebatının yeni Türk Ticaret Kanununun ticarî işletme, şirketler, sermaye piyasası, taşıma, deniz ticareti ve sigorta hukuku kitaplarına tam olarak yansıtılması ve kanunun modern ticaret hukuku ile örtüşmesi, mevcut bilimsel birikimin korunması, yargı kararlarıyla sağlanan hukukî gelişimin sürdürülmesi sayılmıştır.
Sigorta sözleşmesine ilişkin normlar sigorta endüstrisini güçlendirecek şekilde ele alınması amaçlanmış kara ve deniz rizikolarına karşı sigorta ayrımından doğan aykırılıklar ortadan kaldırılmış, sorumluluk sigortasına yer verilmesi ve mevcut birikimin de korunması amaçlanmıştır.
Sigorta hukuku kitabı köklü değişikliğe uğramıştır. Buna sebep olarak 6762 sayılı Kanunun sigortaya ilişkin hükümlerin 1926-1929 tarihli eski Ticaret Kanunundan gelmiş olması bunların da uluslararası uygulama ve öğretinin gerisinde kalması olarak ifade edilmiştir.
Ayrıca, söz konusu hükümlerin pek çoğunun emredici hükümlerle düzenlenmiş bulunmaları, sigorta alanında ağırlığı olan sözleşme hukukunun gelişmesini engellediği bunun da Türkiye’de sigorta endüstrisini olumsuz yönde etkilediği ifade edilmiştir. Sorunların genel işlem şartları ile aşılması girişimleri ise pek başarılı olmamıştır. Tasarıya, AET’den yansıyan iki hüküm vardır. Bunlardan birincisi bir tüketici olarak sigortalıyı aydınlatma açıklaması, ikincisi ise tontinler kurulmasına olanak tanıyan hükmüdür.
b) Yenileme Çalışmalarının Kaynakları:
- Sigorta kitabının yenilenmesinde ana kaynak olarak Alman Sigorta Sözleşmeleri Kanunundan yararlanılmıştır. Bu Kanun, köklü değişikliklerle modern bir kanun niteliğini kazandığı, ticaret hukukumuza özellikle taşıma ve deniz hukukumuza esin veren ve kaynaklık etmiş bulunan bir devletin hukuku olduğu için tercih edilmiştir. Ancak Alman Sigorta Sözleşmeleri Kanunu 2008 yılında tamamen yenilenmiş olup, tasarının ana kaynaklarından birisi şimdiden eskimiştir.
- Tasarı, sözleşme hukukunun gelişime açık olması temel düşüncesi bağlamında, İngiliz hukukunun liberal yaklaşımı ile Alman Sigorta Sözleşmesi Kanununun menfaatler dengesini gözeten bazı düzenlemelerini benimsemiştir.
- Türk öğretisinde yapılan eleştiriler.
- Sigorta murakabe mevzuatında yer alan bazı maddî hukuk kuralları. Yine tasarının Meclis Genel kuruluna sevki sırasında Sigorta Murakabe Kanunu, Sigortacılık Kanununun kabul edilmesiyle birlikte mülga olmuştur.
c) Sigorta Kitabındaki Değişikliklerin Hedefleri:
- Ülkemiz ihtiyaçlarına uygun, modern bir kanun hazırlamak,
- 6762 sayılı Kanunun uygulamada sorun yaratmamış ve sigortacılar tarafından benimsenmiş hüküm ve ilkelerini korumak;
- Uygulamanın sorun ve gereksinimlerine cevap verebilecek ve zorlukları görülen sorunları giderebilecek nitelikte hükümler öngörmek olarak ifade edilmiştir.
ç) Sigorta Kitabının Sistematiği
Uygulamada sorunlara yol açan bir diğer unsur ise 6762 sayılı Kanunun sistematiği olmuştur. Öncelikle, tüm sigortalar için ortak hüküm niteliğinde olması gereken genel hükümler Kanunda dar kapsamlı ele alınmıştır. Buna karşılık primlerin ödenme yeri, şekli gibi genel nitelikli bazı konular ise sadece mal sigortaları açısından, üçüncü kişi lehine yapılmış sigortalarda, tazminat ile prim takası gibi yine genel nitelik taşıması gereken bazı hükümler ise sadece deniz rizikolarına karşı sigortalarda düzenlenmiştir. Tasarının sigorta hükümleri açık, anlaşılır ve görsel nitelikte bir sistematiğe bağlanmıştır.
d) Sigorta Terimleri Sorunu
6762 sayılı Kanunda kanun koyucunun kullandığı terminoloji uygulamada tartışmalara yol açmıştır. Özellikle Kanunda “sigorta ettiren”, “sigortalı” ve “lehdar” terimlerinin kullanımında gereken özen gösterilmemiştir. Ancak, sigorta ettiren, sigortalı ve lehdarın farklı kimseler olması durumunda sigorta sözleşmesinden her birisi için doğabilecek hak, borç ve yükümlülükler farklı olacağından bu ifadelerin birbirleri yerine kullanılmış olması Kanunda bir kavram kargaşası yaşanmasına neden olmuştur. Tasarıda, terim karmaşasını ortadan kaldırmak konusunda özen gösterilmiştir.
e) Genel Hükümler
6762 sayılı Kanun sigorta sözleşmesini düzenleyen, tüm sigorta türlerine uygulanabilecek “umumi hükümler”e yer vermişti, ancak bu hükümler hem sadece altı maddeye özgülenmiş olup yetersiz düzenlemelerdi, hem de genel hükümler arasında bulunması gereken birçok hüküm “mal sigortaları” faslında yer almıştı. Tasarı genel hükümlere elli madde ayırmış ve sigorta sözleşmesini, tüm türleri kapsayacak şekilde, temel kavramları sıralayarak, sözleşmenin kurulmasından başlayarak hükümlerini belirlemiş ve tarafların borçlarını ayrıntılı bir şekilde göstererek düzenlemiştir. Temel kavramlar arasında sigorta sözleşmesi, karşılıklı sigorta, reasürans tanımlanmış,
Sigorta sözleşmesinin hükümleri ise, temsil, menfaat yokluğu, kapsam, süre, sigorta dönemi, fesih ve cayma ile tebliğ ve ihbarlar ile tarafların aczi, takibin semeresiz kalması ve sigortacının iflâsı gibi olağanüstü durumları kapsamaktadır. Tarafların borçları da sigortacı ve sigorta ettiren yönünden ayrı ayrı ele alınmıştır. Kötüye kullanmalara yol açabileceği için geçmişe etkili sigortaya yer verilmemiştir.
f) Tüketiciyi Aydınlatma Açıklaması
Sigortacıya ve acentesine, sigorta poliçesinin kurulmasından önce, yapılacak sözleşmeye, önemli hükümlere, sigortalının haklarına, süre vermeden feshe ilişkin tüm bilgileri sigortalıya vermeleri ve ilişki bakımından önemli olabilecek gelişmelerden onu haberdar etmeleri görevi verilerek şeffaflığa uygun ve modern sigorta hukukunun bir parçası olan özel bir hükme yer verilmiştir.
g) Özel Sigorta Türlerinin Ayrıca Düzenlenmemesi
Sigorta, dinamik niteliği sebebiyle değişen ihtiyaçların gerisinde kalmaması gereken bir hukuk olduğundan maddeler ele alınırken sigortanın bu özelliği üzerinde durulmaya özen gösterilmiştir. Tasarıda, her sigorta türüne uygun genel nitelikte hükümler öngörülmeye çalışıldığından 6762 sayılı Kanundan farklı olarak yangın, tarım veya hırsızlık gibi özel sigorta türleri özel olarak düzenlenmemiştir.
ğ) Kara ve Deniz Sigortalarının Farklılığına Son Verilmesi
Kaynakları değişik olan deniz ve kara sigortalarında, farklı sistemlerin bir araya getirilmiş olması 6762 sayılı Kanunda anlaşılması güç bazı farklılıkların doğmasına neden olmuştur. Çoğu kez 6762 sayılı Kanunda aynı nitelikteki hükümler deniz rizikolarına karşı sigortalarla mal sigortalarında farklı düzenlemeler getirmiş, aynı nitelikte hükümlerin birinde emredici diğerinde yedek hukuk kurallarına bağlanmıştır. Diğer taraftan, deniz rizikolarına karşı sigortalar uluslararası kurallar çerçevesinde yürütüldüğünden Kanunun konuya ilişkin hükümlerinin bir kısmı günümüzde ölü hüküm haline gelmiştir. Bu sebeple deniz sigortalarına ilişkin hükümler Kanundan çıkarılmıştır.
h) Sorumluluk Sigortaları
Geleneksel toplumdan sanayi toplumuna geçiş süreci içinde, bazı meslek sahiplerinin başkalarına verebilecekleri zararların türleri artmakta, kapsamları genişlemektedir. Bu nedenle sorumluluk sigortaları giderek önem kazanmaya başlamış ve hatta bazı sigortalar zorunlu kılınmıştır. Ancak, 6762 sayılı Kanunda sorumluluk sigortaları düzenlenmemiş sadece dolaylı olarak değinilmiştir. Sorumluluk sigortalarına ilişkin düzenlemelerin yok denecek düzeyde olması bu sigortalara uygulanacak hükümlerin belirlenmesinde tereddütler yaşanmasına neden olmuştur. Sorumluluk sigortalarına ilişkin düzenlemelerdeki eksiklik bu sigortaların gelişmesini engelleyen unsurlardan biri olmuştur. Bu nedenler sorumluluk sigortalarının Tasarıda ayrıntılı bir şekilde düzenlenmesine sebep olmuştur.
ı) Can Sigortaları
Can sigortaları, 6762 sayılı Kanunda hayat ve ferdi kaza sigortaları olmak üzere iki alt başlık altında düzenlenmiş, hastalık sigortalarına ise, ferdi kazayı düzenleyen maddede dolaylı olarak değinilmiştir. Ancak, bu düzenlemeler yeterli değildir. 6762 sayılı Kanunda yer almayan bir çok konu sigorta genel şartları ile ile düzenlenip ihtiyaçlara cevap vermeye çalışılmıştır. Ancak, ekonomik gelişme ve talepler çerçevesinde hayat sigortalarında son yirmi yılda köklü değişiklikler olmuştur. Yatırım unsuru içeren hayat sigortaları sektöre girmiş ve giderek ağırlık kazanmaya başlamıştır. Diğer taraftan, dünya uygulamalarında sağlık ve hastalık sigortası ayrımına gidilirken, yukarıda da belirtildiği üzere 6762 sayılı Kanunda hastalık sigortaları hakkında herhangi bir düzenleme öngörülmemiştir. Bu sebeple can sigortaları, reforma tâbi tutulmuştur.
SONUÇ
Türk Ticaret Kanunu Tasarısıyla Cumhuriyetimizin başından beri ihmallere uğramış olan Sigorta Hukuku kitabı gerek sistematiği ve gerekse hakim olan ilkeler açısından ciddi değişikliklere uğramak üzeredir. Uygulamada sorun çıkaran ve çeşitli sigorta türleri içerisinde düzenlenen sigorta sözleşmesine ilişkin hükümlerin topluca düzenlenmesinin faydaları tartışılmazdır. Ancak sigorta sektörünün tam olarak gelişmediği ve sektör müşterilerinin çoğunluğunun da gerçek kişi tüketiciler olduğu göz ardı edilerek, sigorta ettiren açısında korumacı hükümler içeren kara avrupası sisteminden vazgeçilerek, sözleşme serbestisinin sınırlarının sonuna kadar zorlandığı anglo sakson sisteminin ağırlıklı olarak tercih edilmesi; sigorta sözleşmesinin kapsamının sözleşmeyle belirlenmesi, umumilik esasından vazgeçilmesi ve ayarlama şartının kabulü gibi yenilikler sigorta şirketlerini memnun edecek olmasına rağmen sigorta ettiren aleyhine yeniliklerdir. Tasarının Sigortacılık Kanunu ile taban tabana zıt maddelerinin uygulamada yaratacağı sorunların sigortacının mı yoksa sigorta ettirenin mi lehine yorumlanacağı merak konusu olacaktır. Tasarının gerekçesinde amaçlardan birisi olarak “gerek uygulama ve gerekse doktrinden kaynaklanan kazanımların korunacağı” ifade edilmesine karşılık bu ifadeyi gerçekçi bulmuyoruz ve sigorta ettirenin kayıplarının ağır bastığı bir tasarıyla karşı karşıya olduğumuz düşüncesindeyiz.
Not: Bu makale, “Türkiye Barolar Birliği Dergisi Sayı: 84, Eylül – Ekim 2009 ‘da 319 ila 347.” sayfalarında yayınlanmıştır. Muhtemel atıflarda bu bilgilerin kullanılması rica olunur.
PDF OLARAK İNDİRMEK İÇİN: http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/ViewPDF.aspx?t=w&EID=553
KAYNAKÇA
- 27.09.2007 tarihli Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Komisyonu Raporu (1/324)
- Eren, F; Borçlar Hukuku Genel Hükümler 10.b. İstanbul 2008
- Can, M.; Türk Özel Sigorta Hukuku 2.b. Ankara 2007
- Kender, R; Türkiye ‘de Hususi Sigorta Hukuku 9.b. İstanbul 2008
- Oğuzman K.; Borçlar Hukuku Genel Hükümler İstanbul 1995
- Sinerji İçtihat ve Mevzuat Programı, Son Yararlanma: Mayıs 2009
[1] Ankara Barosu, Avukat
[2] Kender, R; Türkiye ‘de Hususi Sigorta Hukuku, 9.b. İstanbul 2008. s.141, 142.
[3] Bozer, A; Sigorta Hukuku Genel Hükümler – Bazı Sigorta Türleri, 2.b. Ankara 2007 s. 26
[4] Kender, s.142.
[5] Kender, s.143, 144.
[6] Kender, s.143.
[7] Kender s.145, 146.
[8] Kender s.146.
[9] Kender s.145.
[10] Can, M.; Türk Özel Sigorta Hukuku, 2.b. Ankara 2007. s 257 vd.
[11] Eren, F.; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 10.b. İstanbul 2008 s.19.
[12] Bozer, s.47.
[13] Bozer, s.32.
[14] Kender, s. 189.
[15] Kender s. 255.
[16] Oğuzman, K.; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1995 s.58 vd. Ayrıca bkz. Eren, s.125 vd.
[17] Bozer, s, 33., Can, s. 28.
[18] Kender, s. 187, 188
[19] Eren, s. 21.
[20] Kender, s. 186, 187.
[21] Bozer, s. 26. Ayrıca bkz. Can, s.24.
[22] Kender, s. 290.
[23] Bozer, s.49.
[24] YHGK 03.11.1982, 1981/11, 1982/870, Sinerji İçtihat ve Mevzuat Programı. 05/2009
[25] Can, Sigorta Hukuku, s. 311.
[26] Kender, s. 292.
[27] TTK tasarısının sigorta kitabına ilişkin gerekçesinden derlenmiştir.
İlginizi çekebilir:
Facebook yorumları
Powered by Facebook Comments