Ötanazi ‘nin kelime anlamı “güzel ölüm”dür. Bu kavrama üç tıbbi müdahale girer:
- Aktif ötanazi
- Hekim destekli intihar
- Pasif ötanazi
Yaşama hakkı vazgeçilemez, devredilemez ve insanın kendisinden bile korunması gereken bir kişilik hakkıdır. Yaşama hakkı söz konusu olduğunda MK. 24/2 de düzenlenen hukuka uygunluk sebepleri geçerli değildir.
Aktif ötanazi: Bir doktorun ölüm sonucu doğuracak bir eylem ve işlemde bulunmasıdır. Çok ızdırabı olan bir hasta doktora vaadde bulunarak veya durumunu acındırarak ölümü sağlayacak bi işlem yaptırırsa bu durum aktif ötanazi olarak nitelendirilecektir.
Hekim destekli intihar: Hekim destekli intiharda intihar etmek isteyen hastaya doktor eli ile yapılacak bir yardım söz konusudur. Asiste intihara başvuranlar ve bu girişim sonucunda kurtulanlar arasında yapılan araştırma, bu tür intihara girişenlerin en çok “ölümün gerçekleşmemesinden” korktukları sonucunu ortaya koymuştur. Bu nedenle asiste intihara başvuranlar en kesin sonucu elde edecekleri yöntemlere başvururlar. Asiste intihar doktorun hastasına zehirli iğne yapmayı öğretmesi ya da ölümüne yol açacak ilaçları temin etmesi şeklinde gerçekleşebilir.
Pasif ötanazi: Yaşam desteğiyle biyolojik olarak hayatını sürdüren bir kişiden bu desteğin çekilmesiyle gerçekleştirilen ötanazi türüdür.
Dünyada aktif, pasif ve asiste ötanazi olarak ayrılan bu haller, din adamları, sosyologlar, felsefeciler, hukukçular ve hekimler arasında tartışılmaktadır. Bu tartışmaların soncunda ötanaziye veya onun türlerine karşı geliştirilen bakış açıları, ülkeden ülkeye, dinlere ve dünya görüşüne göre farklılıklar göstermektedir.
Genel olarak din adamları, insanın Allah tarafından yaratılması nedeniyle ne kadar süre yaşayacağını yine Allahın belirlediği dolayısıyla onunu verdiği canın yine kendisi tarafından alınacağı görüşünü benimsiyorlar. Bu nedenle de hiçbir din aktif ötanaziyi kabul etmiyor. Aynı düşünce hekim destekli intiharda da çoğunlukla kabul edilmekle birlikte dinler arasında pasif ötanazi konusunda farklılıklar söz konusudur. Vatikan; “İnsanların ömrü bellidir, bir kimse ölmüş ama yaşam desteğine bağlı olarak biyolojik hayatını sürdürüyorsa bu Tanrının işine karışmaktır ve yaşam desteğinin çekilmesinde sakınca yoktur” der. Bu durumda dine aykırılıktan bahsedilmez.
Felsefeci ve sosyologlar insanın en üstün değer olduğu kabulü ile kendi iradeleriyle bile bu değerin ortadan kaldırılamayacağını ifade ediyorlar. Felsefecilerin çoğunluğunun tıbbi gerekçelerle de olsa yaşamın sürdürülmesinden yana tavır sergiledikleri görülüyor.
Tıp adamları ötanaziye hiç sıcak bakmıyorlar. Bu konuda en ehil insanlar olsalar da yeminlerinin insan hayatını devam ettirmeyi gerektirdiğini, acının son bulmasını sağlamak amacıyla da olsa ötanazinin uygulanmaması gerektiğini düşünüyorlar.
Hukukçular ise, (özellikle Medeni Hukukçular) Medeni kanunumuzun 23 ve 24. maddelerinden hareketle ötanaziyi hukuka uygun görmezler. Ancak insan hakları savunucularının çoğunluğu ötanazinin gerekli olduğu hallerde uygulanmasını savunurlar ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 2, 3, ve 8. maddelerine dayanırlar.
AİHS’nin’ 2. maddesi yaşama hakkına saygı gösterme yükümlülüğünü düzenliyor. Devletler ve insanlar, insanların yaşama hakkına saygı göstermelidirler. İşte bu görüş sahipleri, AİHS ile güvence altına alınmış yaşama hakkına “yaşamama hakkı” nı da dahil olduğu ileri sürülüyor. Bu görüşle, her hakkın olumsuzunun da hakka dahil olduğu vurgulanıyor.
AİHS’nin 3. maddesi insanların insanlık dışı hiçbir muamele ve cezaya tabi tutulamayacağını düzenliyor. Buna göre ötanazi istemine dayanak teşkil edecek olayların hepsinde, insanların insan haysiyetiyle bağdaşmayacak bir sağlık bozukluğu olduğundan böyle bir “yaşama dönemine” tabi tutulmaması gerektiği ileri sürülüyor. İnsanların en ağır ızdıraplarla baş başa olduğu ve yaşama ihtimalinin kalmadığı terminal dönemde bu ızdıraplarla son anlarını geçirmeye mahkum edilmesinin insan haysiyetine aykırı bir durumda bırakılma olduğu ifade ediliyor.
AİHS’ni 8. maddesi özel yaşama saygı hakkını düzenler. Sözleşmenin bu maddesinde insanların özel yaşamlarını kendilerinin düzenleyeceği ve buna müdahale edilemeyeceği öngörülmüştür. Bu görüş sahiplerine göre yaşama ve ölme hakkı da özel yaşama saygı hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Bu hakla self determinasyon denen kendi geleceğini belirleme hakkı çerçevesinde ölmenin en son kullanılacak hak olduğu ve kişinin bu hakkı kendisinin kullanabileceğini ileri sürülüyor ve kişinin yaşamaya zorlanmasının bu hakkın ihlali olacağını savunuluyor.
Bu görüşlere katılan Türk hukukçular tarafından, AİHS ‘nin Anayasamızın 90. maddesi uyarınca iç hukukumuza dahil olduğunu, uluslararası sözleşmeler ile iç hukukta yaşanan çelişkili hallerde iç hukuktan üstün sayılan uluslararası sözleşmelerin geçerli olacağı, bu özellikleri nedeniyle AİHS ‘nin Medeni Kanunu ve Ceza Kanunu’ nun üzerinde olduğu, iç hukukun buna göre yorumlanması gerektiği savunulmaktadır.
Her üç ötanazi türünün de yasal olarak kabul edildiği Avustralya ve Hollanda gibi ülkeler vardır. ABD ‘nin de bazı eyaletlerinde bu durum söz konusudur. Ancak pasif ötanazi genel bir kabul görmektedir.
Ötanazi konusunda doktrinde MK. 24. maddesinin nasıl yorumlanacağı tartışma konusu olmaktadır. MK. 24/II de bazı hallerde, kişilik haklarına saldırıda bulunulsa bile bu durumun hukuka aykırı olmayacağı haller düzenleme bulmaktadır. Bu haller:
- Kişinin rızası
- Daha üstün nitelikte özel ve kamusal yarar
- Kanunun verdiği yetkinin kullanılması
halleridir. Sayılan hallerde bir kişinin kişilik hakları kapsamına giren haklarının ihlal edilmesi herhangi bir hukuka aykırılık doğurmayacaktır.
Yaşama Hakkı: Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez ve onları hukuka ve ahlaka aykırı olarak sınırlayamaz. Bu hallerin varlığında kişinin haklarının sınırlanmasına dair rızası dikkate alınmayacaktır (MK.23/II). Medeni Kanunumuzun bahsi geçen hükmü düzenlenmemiş olsaydı, MK 24. maddesinde düzenlenmiş olan:
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.
Hükmünün düzenleniş şekli itibariyle; kişinin rızası ve çekilen acı ve ızdırap nedeniyle varlığı kabul edilebilecek, üstün nitelikte özel yarar kişinin kendi isteğiyle yaşamına son vermeye karar alabilmesini sağlayacaktı. Ancak MK. 23/II hükmü kişinin ötanaziye ilişkin rızasını geçersiz ve hukuka aykırı saymaktadır.
Sağlıklı olarak normal yaşamını sürdüren bir insanın yaşama hakkından vazgeçmesi tabii ki beklenemez. Ama tedavisi olmayan bir hastalık nedeniyle, günleri sayılı bir şekilde, doktorların kendi haline bıraktığı, terminal dönemdeki, yaşama ilişkin herhangi bir refleksi olmayan, bilincini kaybetmiş ya da ağır ızdırap içerisinde kıvranan, hastalığı nedeniyle maddi gücü tükenmiş hastaların ölmeyi istemesi halinde, yaşaması mı ölmesi mi daha iyi olacaktır şeklinde yapılacak bir tartışmada MK 24. maddede bahsi geçen “üstün nitelikte yararın” varlığından bahsedilebilecek midir? Eğer maddeye bahsedilen anlam izafe edilirse ayrıca bir hukuki düzenlemeye gerek kalmaksızın ötenazim mümkün olabilecektir (TCK düzenlemesi bir yana bırakılarak).
Türkiye’de beyin ölümünden sonra aile bireylerinin rızası veya doktor kararıyla “yaşama desteğinin çekilmesi” 72 saat geçtikten sonra yapılmaktadır. Desteğin 72 saatte çekilmesindeki anlam da organ bağışı yapılması ihtimaline binaen organların nakle uygunluğunun korunmasıdır. Uygulanan bu işlem niteliği itibariyle “pasif ötanazi” olup, hukuki dayanağını “özel nitelikte üstün yarar” oluşturmaktadır.
Hekim destekli intihar, mevcut düzenlemelerimize göre hukuka aykırı sayılmakta olup, hukuki ve cezai neticeleri vardır.
Not: Bu yazının yazılmasında, Prof.Dr. Kudret Güven tarafından verilen, “Kişilik Haklarındaki Son Gelişmeler” dersindeki tartışmalardan yararlanılmıştır.
Güncelleme, 09.02.2010
İngiliz ve Belçikalı bilim adamlarının son çalışmaları ötanazi hakkındaki kabulleri derinden etkileyeceğe benziyor. Radyonörolaglar yaptıkları çalışmaların birçok kesimi etkilediği ve tartışmalara yol açacağı gerekçesiyle şimdilik konu hakkında açıklama yapmayı etik bulmasalar da araştırmanın basına yansıyan sonuçları şimdiden derin etkiler doğurmuş durumda. Haber şu şekilde:
“Evet” ve “Hayır” cevabı verdiler
Bilim adamları, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) adı verilen beyin tarayıcısını kullanarak, 2003’te trafik kazasında ağır beyin travması geçiren hastanın, beyin faaliyetlerini bilinçli olarak değiştirmek suretiyle, doktorların sorularına karşılık “evet” ve “hayır” cevaplarını “düşünebildiğini” saptadı.
Hastada bilinç işaretleri gözlemleyen doktorlar, bunun gerçek olup olmadığını anlamak için, hastaya “babanızın adı Thomas mı” gibi sorular sorarak “evet” ya da “hayır” cevapları vermesini istedi. Bu sırada doktorlar hastanın beynini fMRI cihazıyla taradı. Doktorlar, hastanın beyin faaliyetlerini değiştirerek sorulara cevap verdiğini gördü.
Araştırmayı kaleme alanlardan Adrian Owen, hastanın düşünce yoluyla tüm sorulara doğru cevap verdiğini gösteren sonuçları görünce çok şaşırdıklarını söyledi.
New England Journal of Medicine’de yayımlanan araştırmada, bitkisel hayatta olduğu düşünülen 23 hasta arasında yapıldı. Yapılan bayin taramasında bu hastalardan dördünde bilinçlilik işaretleri görüldü.
fMRI yöntemi, sağlıklı insanlarda beynin sorulara cevabını yüzde 100 kesinlikle saptayabiliyor. Ancak bu cihaz hareket edemeyen veya konuşamayan hastalarda daha önce denenmemişti.
Uzmanlar bu sonucun, koma benzeri durumdaki tüm hastaların yeniden değerlendirilmesi gerektiğini gösterdiğini belirtti. (A.A.)
İlginizi çekebilir:
Facebook yorumları
Powered by Facebook Comments