Adliye yolunda
Duruşma için adliyeye gidiyorum. Bürodan biraz erken çıktığım için kendime hızlı yürümemeyi telkin ediyordum. Bu sırada çevremi gözledim. Adliye yolunda herkesten hızlı yürüyenler genellikle avukatlar. Gözler yere bakıyor ve yüzler asık. Sanki sağlarında sollarında görünmeyen müvekkiller isteklerini haykırıyor, sorumluluklar sırtlarından kırbaçlıyor. Mutsuzluk takım elbiseden ve eğik vücuttan akıyor… Adliyenin döner kapısını durdurmadan geçen, x-ray cihazında çantasını bir saniye bile fazladan bekletmeyen, kimlik soran polis memuruna hışımla kimlik gösteren bu arada söylenen, asansörde boş bir santimetre kare bile yer bırakmayan, telaşlı ve sabırsız avukatlar…
Parayla saadet olur mu?
Ben avukatları para kazanan ve para kazanamayan mutsuz avukatlar olarak ayırıyorum. Aşırı rekabet ve kısıtlı iş fırsatları, işi olan avukatı bunu korumak için daha çok çalışmak, iş sorunu olanları da ayakta kalmak için daha çok çabalamak zorunda bırakıyor. Sosyal hayatı renkli değilse, iyi bir ailesi yoksa kendini mutlu edecek başka uğraşları yoksa avukatı mutlu eden pek fazla şey de yoktur para kazanmaktan başka. İşte bir avukatın kaygı hastalığına yakalanmasına neden olan da hayatın parasız devam edemeyeceği düşüncesidir.
Geçirdiği ciddi kalp krizinden sonra birden bire keşiş olmaya karar veren bir Amerikalı avukatı konu alan “Ferrari ‘sini Satan Bilge” kitabını okumak niyetiyle birçok kez elime aldım. Hatta kitabın kahramanı avukatın yakaladığı mutluluğun temellerini bulmak için kendimi okumaya zorladım. Ama birçok kez sıkılarak bıraktım: Kitap yıllarca sehpada süründü çay/kahve altlığı işlevi görü. Nihayet bitirip bir avukat arkadaşıma kitaptan ve kahramanından bahsettiğimde bana “Adamın satacak Ferrari ’si varsa daha neleri vardır. O keşiş olmayacak da ben mi olacağım” demişti. Hala bunu hatırlayıp gülümsediğim anlar oluyor. Sahi kaygılardan arınmak için de zengin olmak mı gerekiyor?
Mutsuzluk nedenlerimiz
Yapılan araştırmalara göre avukatların yaşamına hakim olan mutsuzluk, altı ana nedene bağlanıyor:
- Mekanikleşen hayatlar: Avukatlar zamanla neredeyse ritmik bir şekilde çalışan monoton iş makinelerine dönüşürler, kendilerine ait zamanları çok azdır. Başlarını yastıklarına koyduklarında ertesi günün kaygısından arınabilenleri pek azdır.
- Uyuşan beyinler: Müşterilerine ve çevrelerine kıvrak zekalı ve bilgili olduklarını devamlı göstermek zorunda olan avukatların bürolarındaki çalışma hallerini kimse tahmin edemez. Baş edilmesi gereken zorlukların, yazılması, araştırılması, okunması ve yetiştirilmesi gereken işlerin uyuşturduğu beyinlerde mutluluk barınamaz.
- Çabucak sönen idealler: Hukuk pratiğine giren avukatlar çabucak avukatlığın adalet ve dünyayı değiştirmek için savaşmak olmadığını anlarlar…
- Gün geçtikçe kötü yönde değişen mizaç: İş sorumluluklarının baskı altına aldığı avukatlar gün geçtikçe, rekabetçi, saldırgan, yargılayıcı, sorunlara taraf olan kavgacı mizaçlara bürünürler ve onlardan böyle olmaları beklenir.
- Çevrelerini kuşatan düşmanlık döngüsü: Avukatlar neredeyse daima sorunlara taraf oldukları, kavgacı bir çalışma ortamında çalışırlar.
- Kendi mizaçlarının verdiği rahatsızlık: Aslında birçok avukatın mesleği bırakma seçeneği vardır. Ama bunu yapmaz, para ve güçten vazgeçemezler. Böylece çoğu avukat kendisini, kendi yaptığı hapishanede tuzağa düşürülmüş hisseder.
Bana göre ülkemizde avukatların ve çoğu meslek sahibinin mutsuzluğunun temelinde, Milli Eğitim Temel Kanununda oldukça edebi bir şekilde ifade edilen eğitimin, amacına ulaşmamış olması yatıyor. Buna göre eğitimin üçüncü amacı, insanları hayata hazırlamak, “kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak” tır (m. 2/I, 3). Bütün bu yazdıklarımıza rağmen ABD’de yüz bin kişi arasında yapılan bir araştırmaya göre avukatlık, mutsuzluk yaratan on meslek arasında sayılmıyor. Acaba şanslı mıyız?
Ama bildiğim kadarıyla “avukat iç çekmeleri”ni Kadir Şinas‘tan daha iyi tarif edebilen yoktur[*]:
Öğrencilik yıllarının diri coşkusu nasıl amfilerin kestane renkli sıralarında bırakılmışsa, mesleki idealler de, delik bir cepten düşen madeni paralar gibi adliyelerin gri badanalı koridorlarında koştururken habersizce kayıverir.
________________________________________________
[*] Şinas, Kadir: Avukat Olacaktı Muhterem, “Avukat İç Çekmeleri”, İstanbul 2005, 3. b., s. 57
İlginizi çekebilir:
Facebook yorumları
Powered by Facebook Comments